Atasözleri Bölüm-3
Atasözleri Bölüm-3
Dr. Vural Yiğit
“Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.” demiş atalarımız. Bir bildikleri vardı ki böyle söylediler. Dostlar, tanışlar, birbirlerinden ne kadar uzak düşmüş olurlarsa olsunlar ve buluşmaları ne denli güçleşmiş bulunursa bulunsun, günün birinde kavuşabilirler. Peki,
“Dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.” Atasözünün anlamı nedir? Darılan kişi darıldığı ile kalır. Ötekinin bundan haberi bile olmaz. Bu özdeyişin başka bir çeşitlemesi ise;
“Tavşan dağa küsmüş de dağın haberi olmamış.” şeklindedir. İstediği etkiyi yapmaktan çok uzak kalan kişi küser, darılır ne var ki karşısındaki kişi, onun bu durumunu bilmez. Böyle davranışlar da kişiye bir şey kazandırmaz.
Buradaki tavşan da pek çok atasözüne girmiş durumda. Örneğin;
“Kağnıyla tavşan avına çıkmak.” bir işi bitirmemek için bahane bulmak, ayak sürümek anlamındadır.
“Tavşan boku gibi ne kokar ne bulaşır.” bu deyim, tavşanın kakasının atasözüne bulaşmasını sağlamış, kimseye iyiliği de dokunmaz, kötülüğü de anlamında kullanılan bir söz olmuş.
“Tavşan yürekli.” çok ürkek kimselere denir. “Tavşankanı” ise isim olarak kullanıldığında parlak ve koyu kırmızı renk. Sıfat olarak da bu renkte olan ve tam kıvamında demlenmiş çay gibi değişik anlamlarda kullanılıyor.
“Tavşana kaç, tazıya tut demek.” iki tarafı, karşıt olan davalarında kışkırtmak, ikili oynamak demektir ki pek de makbul bir şey değildir.
“Tavşanın suyunun suyu.” iki şey arasındaki ilginin çok uzak olduğunu anlatan bu deyim, bir işi sulandırma anlamına da gelebilir. Bu sözün aslı Nasrettin hocanın bir hikâyesine dayanıyor olsa gerek:
Köylünün biri Hoca'ya bir tavşan getirir. Hoca, köylüyü elinden geldiği kadar yedirir, içirir. Bir hafta sonra aynı adam yine gelir. Hoca tanıyamaz.
“Geçen hafta size tavşan getiren köylüyüm.” der.
Hoca yine güler yüz gösterip çorba çıkarır;
“Tavşan suyundan çorbaya buyurun!” diye ufak bir laf da dokundurur. Aradan birkaç gün geçer, üç köylü gelip hocaya misafir olmak isterler. Hoca:
“Siz kimlersiniz?” Diye sorar.
“Tavşan getiren köylünün komşusuyuz.” derler.
Hoca, la havle çeke çeke bunlara da çorba çıkarır, misafir eder. Ne var ki bir hafta sonra yine birkaç kişi gelir. Hoca, bunlara kim olduklarını sorar.
“Tavşanı getirenin komşusunun, komşusuyuz.” derler.
Hoca bozulur. Ama belli etmez. Misafirlere: “Hoş geldiniz! Der. Ancak, ortalık kararmadan yemek olarak önlerine bir tas su getirir. Köylüler tasa şaşkın şaşkın baktıktan sonra, bunun ne olduğunu sorarlar. Hoca, yapılan bir iyiliği istismar eden bu insanlara, gereken dersi şu sözlerle verir.
“Ne olacak? Tavşanın suyunun suyudur.”
“Tavşan bayırı aştı.” iş işten geçti, fırsatlar elden gitti.” anlamında kullanılır.
Köylünün biri Hoca'ya bir tavşan getirir. Hoca, köylüyü elinden geldiği kadar yedirir, içirir. Bir hafta sonra aynı adam yine gelir. Hoca tanıyamaz.
“Geçen hafta size tavşan getiren köylüyüm.” der.
Hoca yine güler yüz gösterip çorba çıkarır;
“Tavşan suyundan çorbaya buyurun!” diye ufak bir laf da dokundurur. Aradan birkaç gün geçer, üç köylü gelip hocaya misafir olmak isterler. Hoca:
“Siz kimlersiniz?” Diye sorar.
“Tavşan getiren köylünün komşusuyuz.” derler.
Hoca, la havle çeke çeke bunlara da çorba çıkarır, misafir eder. Ne var ki bir hafta sonra yine birkaç kişi gelir. Hoca, bunlara kim olduklarını sorar.
“Tavşanı getirenin komşusunun, komşusuyuz.” derler.
Hoca bozulur. Ama belli etmez. Misafirlere: “Hoş geldiniz! Der. Ancak, ortalık kararmadan yemek olarak önlerine bir tas su getirir. Köylüler tasa şaşkın şaşkın baktıktan sonra, bunun ne olduğunu sorarlar. Hoca, yapılan bir iyiliği istismar eden bu insanlara, gereken dersi şu sözlerle verir.
“Ne olacak? Tavşanın suyunun suyudur.”
“Tavşan bayırı aştı.” iş işten geçti, fırsatlar elden gitti.” anlamında kullanılır.
“Tavşan dağda, suyu ateşte.” demiş atalarımız yani tavşan eninde sonunda tencereye girecek. Eh tencere deyince akla ne geliyor. “Tencere dibin kara, seninki benimkinden kara.” sözü değil mi? Kötülük, kusur yönünden sen daha betersin; anlamında kullanılan bir atasözümüzdür. Karşınızdakinde kusur aramaya çalışmayın. Yoksa o da sizin kusurlarınızı söylemekten kaçınmaz.
“Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.” genellikle, olumsuz özellikleri olan kişilerin, birbirine uyum sağladığı durumları vurgulamak için kullanılan ve sezindirme içeren bir Atasözüdür.
Neyse tencereye, tavşanı koyduk, “Suyuna da pilav pişirdik.” deyip, geldik pilava;
“Pilav yiyen kaşığını yanında taşır.” Bir şey yapmak, bir şeyden yararlanmak isteyen kişi, bunun için gereken aracı eli altında bulundurmalıdır. Eh, pilav yapmak için de pirinç gerekli. Şimdi;
“Ayıkla pirincin taşını.”
Yavuz Sultan Selim döneminde, Yemen Fatihi Sinan Paşa askerleriyle çölde konaklarken yemek pişirmek için Mısırdan getirilen pirinçlerin taşlarının ayıklaması sırasında bir fırtına çıkar ve pirinçlere bu kez kum taneleri de karışır. Kumlara bakakalan bir yeniçeri de arkadaşlarına “Biz bu nimeti taşlı diye beğenmiyorduk, şimdi ayıkla pirincin taşını. Kafamıza daha büyük taş yağmadan hemen tövbe edelim.” deyip onları güldürünce, deyim o günden bugüne gelir.
“Sade pirinç zerde olmaz, bal gerektir kazana; baba malı tez tükenir evlat gerek kazana.”
Hakkıyla yararlanılacak bir şeyin ortaya konabilmesi için birtakım öğelerin birleşmesi gerektir. Kişi kendi emeğiyle kazanç sağlayıp bunu baba malına katmıyorsa babasından kalan mal tez tükenir.
“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak (Midyat değil)”
Dimyat Mısır’da, Süveyş Kanalı ağzında ve Port Sait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır’ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde İstanbul’a gelirmiş. Dimyat’a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz’de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar. Bin bir müşkülat içinde yurda dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul’dan kalkmış, memleketi olan Karaman’a gitmiş. O yıl tarlasındaki buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.” sözünün aslı buradan kalmıştır.
“Pirinci su kaldırmamak.” çok söz kaldırmamak, kendisinden beklenen özveriye katlanacak durumda olmamak.
“Pilâvdan dönenin kaşığı kırılsın.” yararlı bir şeyi elde etmek isteyen insan sonuna kadar uğraşıp didinmeli, direnmeli ve mücadele etmekten kaçınmamalıdır.
“Papaz her gün pilâv yemez.” insanın önüne her zaman aynı nitelikte elverişli bir imkân çıkmaz. Çünkü koşul, zaman ve olanaklar sürekli değil, değişkendirler. Eh, pilavın yanında ne gider? Elbette kuru fasulye ile turşu değil mi?
Dimyat Mısır’da, Süveyş Kanalı ağzında ve Port Sait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır’ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde İstanbul’a gelirmiş. Dimyat’a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz’de Arap korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar. Bin bir müşkülat içinde yurda dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul’dan kalkmış, memleketi olan Karaman’a gitmiş. O yıl tarlasındaki buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.” sözünün aslı buradan kalmıştır.
“Pirinci su kaldırmamak.” çok söz kaldırmamak, kendisinden beklenen özveriye katlanacak durumda olmamak.
“Pilâvdan dönenin kaşığı kırılsın.” yararlı bir şeyi elde etmek isteyen insan sonuna kadar uğraşıp didinmeli, direnmeli ve mücadele etmekten kaçınmamalıdır.
“Papaz her gün pilâv yemez.” insanın önüne her zaman aynı nitelikte elverişli bir imkân çıkmaz. Çünkü koşul, zaman ve olanaklar sürekli değil, değişkendirler. Eh, pilavın yanında ne gider? Elbette kuru fasulye ile turşu değil mi?
“Fasulye gibi kendini nimetten saymak.” deyimi yersiz yere kendi kendine değer vermek anlamındadır.
“Fasulye mi dedin?” sorusu ise argoda uygunsuz, yersiz, saçma bir söz söyleyene karşı kullanılır.
“Fasulye sırığı gibi.” aşırı ölçüde zayıf ve uzun boylu kimseler içindir, “Fasulye sırığı gibi dikilip durma.” sözünü uzun boylular sıkça duyarlar yaşamları boyu.
“Fasulye yazmak.” deyimi ise yine argoda kumarhane sahibinin payını ayırmak için kullanılır. Tabii bütün bu sözler,
“Fasulyeden” değil, gerçekten dilimize yerleşmiş deyimler. Yanındaki turşuya gelince;
“Fasulye mi dedin?” sorusu ise argoda uygunsuz, yersiz, saçma bir söz söyleyene karşı kullanılır.
“Fasulye sırığı gibi.” aşırı ölçüde zayıf ve uzun boylu kimseler içindir, “Fasulye sırığı gibi dikilip durma.” sözünü uzun boylular sıkça duyarlar yaşamları boyu.
“Fasulye yazmak.” deyimi ise yine argoda kumarhane sahibinin payını ayırmak için kullanılır. Tabii bütün bu sözler,
“Fasulyeden” değil, gerçekten dilimize yerleşmiş deyimler. Yanındaki turşuya gelince;
“Turşusunu kurmak.”, “Turşu gibi olmak.”, “Turşusu çıkmak.” daha çok yorgunluk ifade etmek için kullanılır.
İşte böyle Atasözlerimiz söylemekle bitmez. Ancak bazıları da birbiriyle öyle çelişkili ki hangisine uyacağını kestirmek bazen zor oluyor. Örnek mi istersiniz? İstemediğiniz kadar çok:
“Damlaya damlaya göl olur.” doğru bir söz ama diğer yanda, “Taşıma suyla değirmen dönmez.”
“İyi insan lafın üstüne gelir.” , “İti an çomağı hazırla.”
“Bir elin nesi var iki elin sesi var.” güzel de “Nerde çokluk orda bokluk.” sözüne ne demeli?
“Fazla mal göz çıkarmaz.” Bu söz doğru da “Azıcık aşım ağrısız başım.” Yanlış mı?
“Söz gümüşse, sükût altındır.”, “Sükût ikrardan gelir.” Eee, şimdi ne yapalım, konuşalım mı? Susalım mı? Elbette yerine göre.
“Harama uçkur çözülmez.” , “Güzele bakmak sevaptır.”
“İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.”, “İki çıplak bir hamama yakışır.”
“Eğri otur, doğru söyle.” Durum ne olursa olsun, doğru olan, gerçek olan söylenmeli, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” özellikle çıkarlarını düşünen insanların çoğaldığı, fedakârlığın azaldığı yerlerde yalan dolan, hile, ahlâksızlık artar ve insanlar ikiyüzlü olurlar. Böyle bir ortamda doğru sözlü olan, sözünü esirgemeyen ve sakınmadan herkesi eleştiren kişiyi kimse sevmez.Zaten ne söylemiş çokbilmişler, “Yalandan kim ölmüş.” demişler ama “Yalancının mumu da yatsıya kadar yanar.” sözünü de unutmuşlar.
“Düşenin dostu olmaz.” doğrudur, varlıklı kişi yoksullaştığı zaman çevresindeki dostlarından kimse kalmaz. “Dost kara günde belli olur.” kuşkusuz gerçek dostlar insanın üzüntülü, sıkıntılı günlerinde yardıma koşar, dostunun yanında olur. O zaman gerçek dostlar edinelim birde, “Dost kazığı.” yemeyelim.
“Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.”,
“'Lafla peynir gemisi yürümez.”
“Gün ola harman ola.”, istediğimiz veya beklediğimiz şeyler için sabretmesini öğrenmeli, onu beklemeliyiz. Gelişme kaydedilmeden hayaller kurmamalıyız. Ancak “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.” Bir işin sonunun nasıl olacağı gidişinden belli olur.
“İyilik yap denize at.”, “Merhametten maraz doğar.” sen, sen ol iyilikten şaşma.
“Yüzü güzel olanın huyu da güzel olur.”, “Yüzü güzel olanı değil huyu güzel olanı sev.” peki, şimdi hangisini sevelim? Elbette “Huyu suyu güzel” olanı değil mi? Ancak yüzü de güzel olsa fena mı olur?
“Öfke baldan tatlıdır.” bak buna katılmak doğru değil çünkü “Öfke ile kalkan zararla oturur.” Ne demişti Barış Manço? “Keskin sirke küpüne zarar.” Çelişkili, sözler devam ediyor:
“Fazla mal göz çıkarmaz.”,
“Azı karar çoğu zarar.”
“İnsanın kıymetini insan bilir.”,
“İnsanoğlu çiğ süt emmiş.”
“Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.”,
“İnsanın kıymetini insan bilir.”,
“İnsanoğlu çiğ süt emmiş.”
“Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.”,
'”Beş parmağın beşi birbirine benzemez.”
“Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.” ama ”İş olacağına varır.”
“Eski dost düşman olmaz.”,
“Güvenme dostuna saman doldurur postuna.” Bak şimdi, dostuna güvenmeyeceksin de kime güveneceksin?
“Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.” ama ”İş olacağına varır.”
“Eski dost düşman olmaz.”,
“Güvenme dostuna saman doldurur postuna.” Bak şimdi, dostuna güvenmeyeceksin de kime güveneceksin?
“Biri yer biri bakar; kıyamet ondan kopar.” Atasözü kişileri yoksul kimselere yardım etmeye teşvik ederken, “Aç yanından kaç.” sözü bunun tersini öğütlemektedir.
“Derdini söylemeyen derman bulamaz.” Bu söz kişileri dertlerini dostlarıyla paylaşmaya teşvik ederken,” “Sırrını verme dostuna o da söyler dostuna.” Atasözü bunun aksini savunmaktadır.
“Zararın neresinden dönülse kârdır.” ve diğer yandan, “Battı balık yan gider.” Böylece birbirine zıt Atasözlerimiz de sürer gider.
Aslında bu zıtlıklarda felsefenin temel öğretilerinden biri olan “Diyalektik- Eytişim” var gibi görünüyor. Diyalektik kavramı, diyalog ve etik kurallı bir şekilde tez ve antitezin ortaya konulmasıyla, belli bir konu üzerinden ortak değerlerin, yani sentezin yaratımıdır. karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimidir. Diğer yandan değişimin ve hareketin sürekliliği düşüncesi de diyalektik olarak ifade edilmiştir. Bu anlamda İzmirli hemşerimiz Heraklitos'un, “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz.” sözü diyalektiğin başlangıç tanımını olan, antik bir atasözüdür.
Paylaş: