×

Post- Truth (Hakikat Sonrası) Bölüm-2



Post-Truth (Hakikat Sonrası)

Bölüm-2


(Hazırlayan ve Derleyen: Erdemir Toykan)
 


Böyle Söylerdi Nietzsche: Nihilizm, Post-Truth (Hakikatin Sonrası) Ve Benzerleri (Kaynak: Pasajlar, Post-Truth Çağı, Doç. Dr. Buket Korkut Raptis, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Felsefe Bölümü)’den özetlenerek hazırlanmıştır.

Post-truth çağında bakış açıları arasındaki farkın bulanıklaşmasının asıl kaynağı, değerlerin değerini kaybetmiş olması durumu olarak nitelendirebileceğimiz nihilizmdir.  Bu anlamda, Nietzsche’nin asıl kaygısını oluşturan  ve aşılması gerektiğini düşündüğü Nihilizm post-truth’un gerçek  kaynağıdır. Post-truth çağını önceki çağlardan ayıran yanının doğruya/hakikate ilişkin epistemolojik (doğrunun/hakikatin  nasıl bilinebileceğine dair) ya da ontolojik         (doğrunun/hakikatin var olup olmadığına dair) kaygılar olmayacağı açıktır çünkü bu sorular antik çağdan bu yana sorgulana gelmiştir. Nietzsche’nin ‘’Kim doğruyu söylüyor’’ sorusuna post-truth çağında önceki dönemlerden farklı olarak cevap verilmediğini görmekteyiz. Nihilizm, dürüstlüğe cevap verilememesini kapitalizm, dürüst olmanın kişinin mutluluğuna ters düşmesine ve küreslleşme, başkasının dürüst olup olmadığını  anlama koşullarının ortadan kalkmasına neden olduğu içindir ki biz aslında post-truth değil post-truthfulness çağında yaşamaktayız.



Hakikatin/Doğruluğun ancak bir bakış aracılığı ile ortaya konabileceği düşüncesinden her bakış açısının ayni değerde olduğu sonucu çıkmaz.  Nietzsche birincisini söylemekle beraber ikincisine karşı çıkmıştır. En belirgin örneği, efendi-köle ahlakı ayrımıdır. Nietzsche bu ayrımı o şekilde betimlemiştir ki efendi ahlakı bakış açısının daha sağlıklı olduğunu görmemiz mümkün olmaktadır. Efendi ve köle ayrımı  bir sınıfsal ayrım değildir, efendilerin köleleri sömürdüğü bir sınıfsal hiyeraşiye işaret etmez. Ayrım, ahlaki bir ayrımdır, ahlaka iki farklı yaklaşım biçimi arasındaki ayrımı temsil eder. Efendi ahlakına sahip bir insan öncelikli olarak belli erdemlerin değerini tanıdıktan sonra bunlara sahipse kendisine iyi sıfatını yakıştırmakta ve bu erdemlerden yoksun olanlara ise ‘’bayağı ‘’ anlamında kötü demektedir. Efendi ahlakı insanına göre iyi ‘’ruhça soylu’’, ve kötü ise ‘’ruhça bayağı’’ anlamına gelirken köle ahlakı insanı, hayır ve şer ayrımını kullanır. Buna göre önce kendine düşman bellediği birine kötülük olan ‘’şer’’ sıfatını atfeden köle ahlak insanı , düşmanının karşısında yer alıyor olmasından dolayı kendisini iyi yani hayırlı sayar. Burada dikkat edilmesi gereken, efendi ahlakı bakış açısının tersine, erdemlere göre iyinin tanımının yapılmıyor oluşudur.

Nietzsche için düşüncenin öncelikle ölçütü doğru ya da yanlış olmasımdan ziyade  soylu ya da bayağı, bir diğer deyişle yüksek ya da alçak oluşudur. Öyle düşünceler vardır ki, doğrudurlar ama bayağı ve alçakça oluşudur. Bunun tersine bir yanılgı ya da hatalı olan düşünceler  yine de soylu olabilirler. Sanat var olanın ötesinde var olabilecek olanla ilgilendiği için ölçütü doğruluktan ziyade yüksektir.

Nietzsche tarihin yaşam için hem yararlı hem de zararlı olabilecek kadar önemli bir yerde durduğunu düşünür. Onun ne anlama geldiğini ve nasıl yazılması gerektiğini belirlememiz gerekir. Tarih bir değerlendirme ve yorum olduğu ölçüde etik değerleri var sayar, bu değerlendirmeyi yapacak kimsenin adil olması gerekir.

Erdem Ahlakı  diye nitelendirdiği bakış açısının öncülü, Antik Yunan geleneğinin bir devamı niteliğinde olduğunu söyler. Aristoteles’in erdem üzerine olan görüşüne benzer bir bağı Nietzsche de var saymaktadır. Aristoteles’in Nietzsche’nin  ve benim katılmadığımız öyle hakikatler vardır ki belli duygular olmadan ne anlaşılabilir ne de yaşanabilir. Erdem bağlamında açıkladığımız etik alanındaki hakikatlerdir bunlar. Etik insanı ve değer dünyasını ilgilendiren her konuya ilişkindir, yani insanın yaşamına aittir.

Modern Aydınlanma döneminin fetişizmi duygularımızın gereği ve önemini kavramamızın önüne geçmiş, postmodernizmle yapılan modernizm eleştirisi ise bizi öteki kutuba yani aklın hiç bir hükmün olmadığı bir anlayışa savurmuştur.

İnsanı ilgilendiren bir konu üzerine hakikat sanki duygulardan ayrılabilir mi gibi nesnellikten bahsetmenin gerçek anlamda post-truth’un kaynağı olabileceğini ilk gören Nietzsche’dir.

Köle ahlakına sahip bir insan için  Nietzsche ‘’hınç insanı’’ ifadesini kullanır. O psiko-fizyolojik olarak zayıf ve mutsuz insandır. En derinde acı çeken insandır. Etkin değil tepkiseldir.

Nietzsche’ye göre çileci idealin öne sürdüğü bu dünya ve öte dünya ayrımı bu dünyanın değersizleştirilmesi ve öte dünyanın idealize edilmesi üzerine kuruludur. Çileci ideal bu dünyayı değersizleştirerek insanın her türlü doğal güdüsünü bastırıp bu dünyadan elini ayağını çekmesini telkin eder. Çileci ideal sadece Hıristiyanlığa ait bir olgu değildir. Budizmde de kendini gösterir.



Kaynak : Hakikat Sonrası Çağ , Ralph Keyes kitabından alıntı yapıştır)

‘’ Hakikatin yerini inanabirlik almıştır’’ ‘’Gündelik hayatta yalan söylemek, önceye kıyasla çok daha yaygın’’ ‘’Yalan söylemek son yıllarda salgın boyutuna ulaştı ve hepimiz buna karşı bağışıklık kazandık’’ ‘’ İnsanlar söyledikleri yalanların yanlarına kar kalacağını düşündükleri sürece yalanlar var olacaktır’’ ‘’Medya odaklı değer ölçeğimizde, şöhret dürüstlüğü gölgede bırakıyor’’ ‘’Yalan söyleme eğilimi doğal, kendiliğinden gelişen, evrensel bir eğilimdir’’ ‘’Sözcükler yalan söylemeyi kolaylaştırırken, yalan söylemek için hep daha fazla sözcük gerekti’’ ‘’Her toplum hakikat sayesinde var olmaya devam eder’’ ‘’İnsanlar seks sırasında yalan söylüyor. Eğer yalanlar olmasaydı, seks olmazdı’’

Hakikat sonrası örtmecelere (Hakikat sonrası çağda gerçek ve yalanlardan başka, tam olarak gerçeği yansıtmamakla birlikte  yalan da denemeyecek muğlak ifadelerden oluşan bir kategori vardır) örnek olarak şunlar verilebilir:
 
Yalanlar: Şiirsel gerçek, Koşut gerçek, Nüanslı gerçek,Yaratıcı gerçek, Sanal gerçek, Abartılı gerçek, Alternatif gerçek, Stratejik yanlış beyanat, Yaratıcı zenginleştirme, Eksik ifşaat, Zenginleştirilmiş gerçeklik, Neredeyse doğru, Hemen hemen doğru, Seçici ifşaat, Gerçeğe aykırı ifadeler, Olgulara dayalı bilgi.    
                                             
Yalan Söylemek: Gerçeği zenginleştirmek, Gerçeği geliştirmek, Gerçeği allayıp pullamak, Gerçeği şekillendirmek, Gerçeklerle oynamak, Gerçeği yavaş yavaş söylemek, Gerçekten daha fazlasını söylemek, Gerçeğ eğip bükmek, Gerçeği yumuşatmak, Gerçeği gölgelemek, Gerçekten uzaklaşmak, Gerçeği saklamak, Uydurmak, Dürüstlük konusunda katı olmamak.

Bakkal Defteri Ahlakı: Eğer söylediğimiz doğruları ve yalanları topladığımızda ilki ikincisine göre daha fazla çıkıyorsa , kendimizi dürüst kategorisine sokuyoruz. Bu, bakkal defteri ahlakıdır. 

 Yalan Düzenlenmesi: 1) Yalan söylemek yanlıştır (Augustinus, Wesley, Kant) 2) Duruma göre değişir (Montaigne, Voltaire, Bacon) 3) İyi bir yalan için söylenecek çok şey vardır (Machievelli, Nietzsche, Wilde)  Yunan tanrılarının hem insanları hem de birbirlerini kandırma konusundaki becerileri hayranlık vericidir. Cicero’ya göre bir selfe ya da köleye yalan söylemek yalancılık sayılmazdı. Çoğu toplum hangi yalanların haklı görülebileceği meselesini din adamlarına bırakır.

Beyaz Yalanlar: İnsanlar yaşları, kiloları, boyları, nereli oldukları, genellikle gençlikleri hakkında yalan söylerler.
Rol Kesenler: Sahtekarların aksine rol kesenler, temel kimliklerini korur fakat anahtar unsurları değiştirirler. Yaptıkları değişiklikler sahip oldukları evlerden madalyalara kadar her şeyi içerir.

Neden yalan söylenir: Öne geçmek, avantaj sağlamak, sevişmek, zor durumlardan sıyrılmak, mahcup olmayı engellemek,çatışmadan kaçınmak, sıkıntılı toplumsal olayaları yumuşatmak. Güvensizlik, Eğlence, Kandırma Zevki, Macera, İdareyi Ele Almak. Fransa, İngiltere, ve Birleşik Devletler’deki çiftlerden alınan kan örneklerinin analizi, tüm babaların yüzde on kadar büyük bir kısmının, eşlerininden olduğunu söylediği fakat aslında onların olmayan bir çocuğu büyüttüklerini göstermektedir.

Protogoras ‘’bana böyle görünen şey, sana başka başka türlü görünür’’ Hobbes ‘’Doğru ve yanlışın şeylerin değil, sözün nitelikleridir’’ Picasso ‘’sanatın, hakikati fark etmemizi sağlayan bir yalandır’’

Baby Boomerlar: İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD’de azalan nüfus nedeniyle devletin çocuk sahibi olmayı teşvik eden politikaları sonucu 1946-1964 yılları arasında doğanlara verilen isim. Bu kuşağın kendine özgü bir takım değerleri ve yenilikçi fikirleri olduğu var sayılır. Dokunduğu her şeyi şekillendiren bir kasırga olarak tasvir ediliyordu (75 milyon Amerikalı). Bu kuşak, büyük bir karışıklık döneminde büyüdü. Savaş, protesto, sivil haklar, uyuşturucular, rock festivalleri ve cinsel devrimler arasında , değerler dahil her şeyin değiştiği hissi vardı. Kendilerini güçlü bir biçimde benzersiz hissetmeleri kaçınılmazdı. Aynı şey görev duyguları içinde geçerliydi. Asla onları yetiştirenlerin ahlaki bitkinliğine yenik düşmeyeceklerdi. Duygusal açıkyürekli oluşları onları ebeveynlerinden  çok  farklı kılandı. O dönemin popülar duygusal  özgürleşme yöntemi olan uyuşturucular, grup terapileri, çeşitli festivaller (Woodstock) ve gerçeklerden ziyade duygulara dair dürüstlüğü ön plana koydu. Kendinizle ilgili  iyi hissetmek, dürüst olmaktan çok daha önemli sayılıyordu. I’m OK, You’re OK (Ben iyiyim, Sen İyisin) gibi ahlaki metinleri bu kuşağa yargılayıcı olmaktan kaçınmayı öğütlüyordu. Ben iyi bir insanım. Kalbim saf. Amaçlarım yüce. Daha ne istiyorsunuz. ‘’İyi hissettiriyorsa yap’’ anlayışının sözcüleri hale geldi. Yalnız entelektüel dürüstlükleri azaldı. Ürkütücü empatisyle Bill Clinton bu çağın kusursuz bir sözcüsü oldu. ‘’Baby boomer’un görevi, mükemmel toplumu değilse de mükemmel insanı yaratmaktı’’. Orta yaşa kadar mükemmellik arayışına devam etti. Görüşlerinin netliği baby boomer’ları ahlak katılığı duyarlı hale getirdi. İncelikli bir dünya görüşüne fazla yer bırakmıyordu. George Bush ‘’İnce ayrıntılarla işim olmaz’’. Bir grup olarak bu kuşağın üyeleri, gençlik ideallerini korumak konusunda alışılmadık derecede kararlıydı. Bu, kalıcı idealizmden ziyade süregelen bir kibire yol açtı. Bush, Clintonlar, Al Gore ve Bill Gates gibi baby boomer’lar arasında, gerçeği rutin bir şekilde gizleme kuşaksal bir kendini beğenmişlikle el ele gitti. ‘’Kendi çıkarları için başkalarını gözden çıkaran ilk kuşak değillerdi, fakat bunun yapan ve yaptığını inkar eden ilk kuşaktılar’’. Farklı ideolojiden her baby boomer, tepeden bakma politikasını uygular. ‘’Ben söylediğim için bunun doğru olması gerekir. Yalanlar, diğer insanların söylediği şeylerdir.Ben dürüst biriyim. Bunu ben söyledim. Demek ki, söylediğim şey doğrudur’’. Boomer kuşağının değerleri, ahlaklı olmaktan çok ahlakçı, erdemli olmaktan çok kibirlidir.  Başkalarına nasıl davranacaklarını söylemekte çok iyidir, fakat kendileri söyledikleri şekilde davranmazlar (neopüritenizm). Boomer-yuppie yöneticilerin her yolu mubah gören çalışma yöntemleri ortaya çıktı.



Kaynak: (Doğruyu Söylemek, Michel Foucault Ayrıntı-İncleme kitabından alıntı yapılmıştır) 

Michel Foucault’un 1983 yılında Californiya Üniversitesinde verdiği ‘’Söylem ve Hakikat’’ adını taşıyan ve Antik Yunan‘daki parrhesia ya da ‘’hakikati söyleme konusundaki dürüstlük’’ konusunu inceleyen derslerden notlardır.
Parrhesia sözcüğü Yunan edebiyatında Euripides’te (MÖ 484-407) ortaya çıkar. Antik Yunan edebiyatında sürekli olarak kullanılır. İngilizce’de ‘’free speech’’ (özgür konuşma), Fransızca’da ‘’franc-parler’’ (açıksözlülük), Almanca’da ‘’Freimüthigkeit’’(açıksözlülük)’’ olarak çevrilir.

Parrhesia söyleyen kişi aklındaki her şeyi söyleyen kişidir. Hiç bir şeyi saklamaz, kalbini ve zihnini konuşma yoluyla başkalarına açar. Konuşmacı, söylediği şeyin kendi fikri olduğunu kesin ve açık şekilde belirtir. Düşündüklerini gizleyecek herhangi bir retorik biçim kullanmadan yapar. Retorik, konuşmaya dinleyicilerin zihinleri üzerinde hakimiyet kurmasına yardımcı olacak teknik araçlar sağlar. Parrhesiastes doğru olan şeyi söyler; o şeyin doğru olduğunu bilmesi, o şeyin gerçekten de doğru olmasından kaynaklanır, onun düşüncesi hakikattır. İnanç ile hakikat arasında her zaman tam bir örtüşme olmasıdır. Descartes, şüphe edilmediği sürece biçimde açık ve seçik kanıt elde etmediği sürece inandığı şeyin gerçekten doğru olmadından  emin değildir. Oysa, parrhesia düşüncesinde hakikatin elde edilmesi konusunda herhangi bir sorun varmış gibi görünmez; zira hakikatın elde edilmesi, bir takım ahlaki niteliklere sahip olunması yoluyla garanti altına alınmış olur. Bir insan bir takım ahlaki  niteliklere  sahipse, bu onun hakikate erişebilme imkanı olduğunun ispatıdır. Bir insanın ancak hakikati söylemenin risk ya da tehlike arz ettiği durumlarda parrhesia kullanıyor sayılır. Parrhesia’da hakikati söylemek bir ödev olarak görülür.

MÖ IV yüzyılda parrhesia Atina demokrasisinin asli özelliklerinde biridir. Helenistik dönemde, Helenik monarşilerin yükselişiyle beraber bu siyasi anlam değişir. Danışmanın ödevi kral karar süreçlerinde yardımcı olmak ve onun görevi kötüye kullanmasını engellemek üzere parrhesia kullanmaktır. Monarşik dönemde parrhesia’nın belirlediği  yer artık agora değil, kralın sarayıdır.

Parrhesia’nın evrimi, bir yaşama sanatı olarak görülen felsefe alanıyla olan ilişkisi boyunca çizilebilir.
Parrhesia’nı Yunan edebiyatındaki ilk ürünleri Euiripides’Iın altı tragedyasında görülür. Bu tragedyalar Fenikeli Kadınlar, Hippolitos, Bakhalar, Elektra, İon ve Orestes’dir. 

İon oyunu  Atina’nın otokton niteliğine methiyeler düzen ve Atina’nın çoğu diğer Yunan site-devletleriyle olan kan bağımı olmayan oyundur. Mitolojik çerçevesi Atina’nın kuruluş efsanesini içerir. Erektheus Atina’nın ilk kralıdır. Halikati söylemenin Delphoi’den Atina’ya , Apollon’dan Atina vatandaşına geçiş hikayesidir. Oyun, gerçek anlamda bir parrhesia oyunudur. Sessizlik (Delphoi, Apollon), Hakikat (Atina (Athena), Erektheus, Kreusa, İon), Kandırma (Yabancı devletler, Ksuthos). Apollon oyun boyunca sessiz kalır. Ksuthos hem tanrı tarafından kandırılır hem kandırır. Kreusa ile İon’un  Apollon’un  sessizliğine zıt düşecek şekilde hakikatı söylerler. Bunun nedeni ise sadece parrhesia ile donatan Atina toprağına olan bağlılıklarıdır. Kreusa  çiçek toplarken Apollon kendisine tecavüz eder ya da onu baştan çıkarır. Peki bu olay tecavüz müdür yoksa baştan çıkarma mıdır? Yunanlılar için insanın bir başka insanı baştan çıkarmak için psikolojik, toplumsal ya da entelektüel becerilerini kullanmasıyla fiziksel şiddet kullanması önemli bir fark arz etmez. Bir insan tecavüze uğradığında, kendi iradesi dışındadır; ancak baştan çıkarıldığında ailesine karşı sadakatsizliktir. Kreus hamile kalır, bir mağarada doğum yapana kadar saklanır. Utancından  babası Erektheus’un farkına varmaması için çocuğu vahşi hayvanlar arasına bırakır.  Apollon çocuğu Delphoi tapınağına getirmesi için kardeşi Hermes’i gönderir. Çocuk tapınakta tanrının hizmetkarı olarak yetiştirilir. Kimse Delphoi’de Apollon hariç İon’un kim olduğunu bilmemektedir. İon’da buna dahildir. Çizilen şema da İon, Delphoi ile Atina , Apolon ile Kreusa arasında görülür. Zira o Apollon ile Kreusa’nı oğludur. Atina’da doğup Delphoi’de yaşamıştır. 

Kreus bir yabancıyla Ksuthos ile evlenir. Çocukları olmayınca Apollon’a çocuk sahibi olup olmayacağını sormak üzere Delphoi’ya gelirler. Kreus ile Kral Ksuthos’un soracakları soru aynı değildir. Ksuthos ‘’Hiç çocuğum olmadı. Kreusa ile bir çocuğum olabilir mi?’’ Krusa ise çocuğu olup olmayacağını sormakla beraber şu soruyu da sorar ‘’Apollon, benim senden bir çocuğum vardı. Oğlumuza ne oldu Apollon’’. Apollon’un tapınağı, yani Delphoi’deki kehanet mabedi, tanrıların hakikati  danışmaya gelen ölümlülere hakikati söyledikleri yerdi. Ksuthos ile Kreusa tapınakta ilk karşılaştıkları insan İon olur. Doğal olarak birbirlerini tanımazlar. Kreus İon ile bir dostu için bir şey danışmaya gelmiş gibi konuşur ve hikayesini sanki söz konusu dostunun başından geçmiş gibi anlatır ve İon’a Apollon’un dostunun sorusuna cavap verip veremeyeceği konusunda ne düşündüğünü sorar. Tanrının iyi bir hizmetkarı olan İon, ona Apollon’un cevap veremeyeceğini söyler. Zira eğer Kreusa’nuın dostunun söylediği şeyi yapmışsa kendisi de büyük utanç altında kalacaktır. Böylece oyunun başında İon Apollon’un neden hakikati söylemeyeceğini söylemiş olur. Sonuçta Apollon Kreusa’nın sorularına asla yanıt vermez. Saklanan bir tanrıdır o. Mesajı Athena açıklar. Antik Yunan tragedyasında temel tanrısal figürü teşkil eden tanrının en sonda ortaya çıkması geleneksel bir özellikti. Ama burada Apollon ortaya çıkmaz. Apollon hakikati söylemez, ölümlüleri sessizliğiyle kandırır ya da onlara katıksız yalanlar söyler, yaptığının üstünü örtmek için iktidarını, özgürlüğünü ve üstünlüğünü kullanır. Apollon anti-parrhesiastes’tir. İon ile Kreusa iki parrhesia figürüdür. Bu arada Apollon Ksuthos’ a tapınakta ilk karşısına çıkan kişinin oğlu olacağını söylemiştir. Ksuthos’a  (Apollon tarafından yönlendirilmiştir) İon tarafından sorulan sorulara  Ksuthos yalan ifadeler kullanmıştır. İon Ksuthos’un hipotezini kabul eder ve Ksuthos’un oğlu olduğunu kabul eder. İon ise kralın varisi olarak Atina’ya gelmek istememektedir. Çünkü bilinmeyen bir annenin oğlu olarak geleceğini bilir. Atina kanunlarına göre insan, her ikisi de Atina’da doğmuş ebeveylerin çocuğu değise normal bir Atina vatandaşı olamaz. İon Atina’da bir yabancı, bir piç olarak görüleceğini söyler. İon sonuçta kabul eder. Amacı annesinin kim olduğunu onun Atina topraklarından gelip gelmediğini öğrenmek arzusundadır. Çünkü o zaman parrhesia’ya sahip olacaktır. IV yüzyıl sonu ve V. yüzyıl başında Atina siyasi yaşamında parrhesia uygulayan kişiler anayasal niteliğinin parçasıdır. Kreus hakikati söyleyerek oğlunu özgürleştitecek onun doğal parrhesia’sını kullanmasını sağlamayı başaracaktır.

Çizilen bu şemadan harketle, Atina soyundan gelen hakikatler dizisinin (Erektheaus-Kreusa-İon) oyunun sonunda tamamlanır. Oyunun sonunda Ksuthos da Apollon tarafında kandırılır; zira Ion’un kendi oğlu olduğuna inanmayı sürdürerek Atina’ya geri döner. Ve Apollon oyunun hiç bir yerinde görülmez, sürekli sessiz kalır.

(Bu kitapta tragedyalar parrhesia açısından, hikayeleri ile birlikte  değerlendirilmiştir.
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt