×

Kaliteden Korkmak


Kaliteden Korkmak


İsmail Cem Doğru




Postmodern dünya düzeni yüzlerce yıllık alışkanlıkları teker teker ortadan kaldırırken öyle acımasız ve önüne gelen her şeyi yerinden söken bir fırtına gibi amaçsızca saldırıyor. İçi boşalan kavramlara baktığımız zaman elimizden kayıp giden şeyin yaşamımızın kendisi olduğunu görüyoruz.

İçi boşalan kavramların sonunun gelmediği bir paradoksun nereden başladığının bir önemi olmasa gerek. Ama etik ve aidiyet gibi iki ana kavramın yaşadığı örselenme durdurulmadığı takdirde bunun yok oluş sürecini kaçınılmaz hale getirecek bir seçim olacağını söylemek için uzman olmak da gerekmez. Şimdi burada asıl üstünde durulması gereken mesele şu: insan kendi intiharına tüm toplumu ortak etmek isteyen bir duyarsızın hatalarına neden ortak olur?

Kalite kavramı en basit anlamıyla değeri ifade eder. Değeri de belirleyen şey kriterlerdir. Bir tercih yapılırken kalite yükseliyorsa yeni kriterler geliyor demektir. Ama kalite sürekli düşüyorsa bu durum birilerinin kriterleri ortadan kaldırdığı anlamına gelir.

Uluslararası kuruluşların testleri, önemli uzmanların deneyimleri ve daha onlarca önemli aşamalardan geçerek belirlenmiş kriterler hiçbir gerekçe ortaya koymaksızın nasıl olur da kaldırılır, yok sayılır? Ya da adına şartname dediğimiz teknik parametreler oluşturulurken nasıl olur da mümkün olan en alt kriterlerin kabul edilmesi için mücadele verilir? Tabi ki burada rekabet unsurlarını ve onları harekete geçiren ayrıntıları sorumlu tutmaktan başka çare yok. Ama rekabet de dâhil hiçbir mazeret etik meselesinin yok sayılmasının gerekçesi olarak kabul edilemez.

Etik dediğimiz hadise bu gibi durumlarda vicdani bir otodenetim mekanizmasını temsil eder. İnsanlığın bundan vazgeçmek gibi bir seçeneği olamaz. Çünkü yeryüzünün başat unsurları canlı organizmadır. Yani insan, hayvan, bitki ve daha nefes alan tüm organizmaların doğadan alınması gereken hakları vardır. Yani hepsi doğaya aittir. Ama geri kalan hiçbir ayrıntı doğaya ait değildir. Mesela binaların, yolların, giydiğimiz kıyafetlerin ayakkabıların, arabaların, araba lastiklerinin makinaların, bilgisayarların doğadan alacakları yoktur. Doğada yerleri de yoktur. Kötü malzemeden yapılmış bir iki araç kaza yaptığında her yeri yamulan aracın kalbi kırılmaz. Bir yeri ağrımaz. Evinizin duvarına çivi çaktığınız zaman duvarın kalbi kırılmaz.

Ama o duvarın hissetmediklerini nefes alan varlıklar hisseder. Siz kötü su üretirsiniz, o sularla sulanan saksılardaki çiçekler ölür. İçen insanlar zehirlenir. Kaza yapan bir otomobil de sadece insanlara zarar verir. Örneğin çarptığı ağacın canı acır. Bu yüzden doğaya ait olmayan ne varsa doğaya ait unsurlara göre tasarlanmak zorundadır.

Tam da bu noktada kritik bir soru ortaya çıkıyor. Kimdir bu kriterleri yok sayanlar, ortadan kaldıranlar? Kaliteden neden korkmaktadırlar? Buna hangi hakla karar vermektedirler? Daha da önemlisi onlara bu yetki nasıl verilebilmektedir? Bir de bunları onaylayanlar var tabi. Kimdir bu insanlar? Bizim adımıza tüm doğal yaşamı dahi yok etme yetkisini elinde bulunduranlar kimler?

Bu sorunun cevabını bulmak için etik ve aidiyet kavramları üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü etik dediğimiz kavram kültürel bir öğretidir ve bunun zincirleri vardır. Bizi etik sorumluluklara götüren yolda zincirin halkasının koptuğu yer ne yazık ki liyakat olarak görünmekte… Dolayısıyla rekabetten kaynaklandığı varsayımıyla düzeltilme girişiminde bulunulmayan tüm sorunların liyakat eksikliğini gizlemeye çalışan bir boyutu da göze çarpmaktadır.

Sürücü belgesi verilirken belirlenen alt bir limit vardır. Belgeyi almanız trafiğe çıkabileceğiniz anlamına gelir elbette. Ama iyi şoför değilsinizdir henüz. Kullana kullana öğreneceğiniz düşünülür. Şoförlüğünüzü kendi aracınızla geliştirmeye çalışırsanız bunu oldukça dikkatli yaparsınız elbette. Ama aracın sahibi değilseniz hoyrat kullanırsınız. Etik değerleriniz varsa bunu yapmazsınız elbette. Ama etik kuralları da bir şeye karşı duyulan sorumluluk denetler.

Bizim adımıza karar verip bu denli hoyrat davranan insanların ait olmadıkları bir ortamda bulunduğuna şüphe yok. Bu da sorumluluk seviyesini yeterince açıklıyor. Bulundukları yerde ya kiracılar ya da misafir. Görgüsüzlük de cabası. Ama o platformun liyakat sahibi insanlarının bu rekabet koşullarına uyum sağlamaları her şeyi içinden çıkılamaz bir hale getiriyor. Herkesin çok sevdiği ve bazen kendileri kastedilse bile kullanarak yaptıkları işi meşrulaştırmada kullandıkları “namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalı” sözü kimsenin kimliğinin doğrudan altını çizmiyor. Ama kötü seçilmiş bir duvar boyasının zehirlediği kediye üzülebilme gücünü kendinde bulan herkesin yaptığı işin sonuçlarını dönüp incelemek gibi bir görevi olmalıdır.

Açıklamalar:

Etik: (TDK) Çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü/Ahlaki, ahlakla ilgili

Aidiyet: TDK İlişkinlik, İlgi

Aidiyet Duygusu: (Mustafa Atilla Milliyet) “Aidiyet  duygusu”  dediğimiz canlıları içinde yaşadıkları zorlu  ortamlarda içgüdüsel olarak birlik ve beraberlik içinde yaşamaya , toplumsallaşmaya, sosyallaşmaya zorlayan duygu  yada dürtülerin bir tezahürü ve dışa vurumudur.

Liyakat : (TDK) Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt