Yaşam Döngüsü Yönetiminin Sürdürülebilir Şehirler Açısından Önemi Yazı Dizisi-1
Yaşam Döngüsü Yönetiminin Sürdürülebilir Şehirler Açısından Önemi
Yazı Dizisi-1
Z. Murat Nayal
İklim değişikliği, günümüzde insanoğlunun karşısındaki en önemli tehdittir. Küresel ısınma sorununu mümkün olduğunca hafifletmek için ekonomik gelişme ile enerji tüketimini birbirinden ayrıştırmalı ve bu ayrıştırmanın tüm dünya çapında gerçekleştiğinden emin olmalıyız. Ancak, iki önemli eğilim bu ayrıştırmayı giderek zor hale getiriyor: Demografik değişim ve hızla artan şehirleşme; enerji maliyetlerinin hızla artmasına, su dahil tüm doğal kaynaklarda kıtlığa, mevcut altyapıları fazlasıyla zorlanmış şehirlere ve sayısız soruna neden oluyor. Enerji Verimliliği projeleri, en yüksek düzeyde konfor sunarken, binaların enerji maliyetlerinin azaltılması konusunda da kapsamlı çözümler ve yenilikçi teknolojiler sağlamalıdır. Çevreye duyarlı özellikleriyle bu çözümler, binaların güvenilirliğini ve işletme performanslarını da artırmalıdır.
21. Yüzyılın ve Sonrasının Yaşam Alanları Şehirler
Şehirlerin yeniden tasarlanmasının insanlığın Ekolojik Ayak İzi (EAİ) üzerinde yüzde 70'e varan bir olumlu etkisinin olabileceği tahmin ediliyor. EAİ, bizim kaynak tüketimimiz ve atık üretimi
ile doğanın yeni kaynak üretme ve atıklarımızı tutma kapasitesi karşılaştırılarak hesaplanır. EAİ, çoğu zaman, Tüketilen Toprak Elementleri cinsinden ifade edilir. 2005'te, insanlığın ekolojik borcu yüzde 30 civarındaydı, yani elimizde dünyadaki toprak elementlerinin 1,3 katı varmış gibi kaynak tüketiyor ve atık üretiyorduk.
Hem Londra'nın hem de Vancouver'ın EAİ'leri 3,05 gezegene eşit. Örneğin, Londra'nın 7,6 milyon sakini küresel düzeyde 19,7 milyon hektar toprağı, yani kendi coğrafi alanının 125 katını yakıp yok ediyor. 2000 yılında, Berlin coğrafi alanının 82 katını tüketti. Bu rakamlar, sürdürülebilirliğe geçişin başarılı mı başarısız mı olacağını şehirlerin belirleyeceğini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Şehir paydaşlarının bugün doğru yatırım kararları almaları işte bu nedenle hayati önem taşıyor. Sürdürülebilir şehir modeli, bir şehrin EAİ'sini azaltırken aynı zamanda maliyet tasarrufu sağlayabilir ve yaşam kalitesini artırabilir.
Sürdürülebilirliğe geçiş için tamamen ekonomik gerekçeler mevcut ve rekabetçi ve yeşil bir şehrin yenilikçilik ve ekonomik büyümeyi sağlamaya yönelik bilgi ve becerilere sahip olan çok vasıflı ve zeki insanları kendine çekeceğini öngörmek mümkün. Hali hazırda dünyanın farklı yerlerindeki çok sayıda şehir yönetimine bu alanda dünya genelindeki en iyi uygulamalardan ve teknolojilerden nasıl yararlanılabileceği konusunda danışmanlık yapan uluslararası firmalar var.
Günümüzde küresel ekonomi köklü bir değişim döneminden geçiyor. G20 ülkeleri, Nisan 2009’da düzenlenen zirvede yayımladıkları bildiride bu değişimi, “temiz, yenilikçi, kaynakların verimli
kullanıldığı, düşük karbonlu teknolojilere ve altyapılara geçiş” şeklinde tanımlamışlardı. “Sürdürülebilirliğe geçişe” güç veren iki faktör mevcut. Bunlardan birincisi, iklim değişimidir. İnsanların faaliyetlerinin küresel ısınmaya yol açtığı konusunda hiçbir şüphe yok ve bu ısınmanın daha önce beklenenden çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşebileceği yönünde kanıtlar var. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü araştırmacılarına göre,yüzyıl sonuna kadar 9 dereceden daha yüksek bir sıcaklık artışı beklemeliyiz. Sonuçta ortaya çıkacak felaketlerden kaçınmak için küresel düzeyde ortak eylemlerde bulunulması gerektiği açıkça görülüyor. İkinci faktör ise ekonomik krizdir.
Kriz, bu tartışmayı daha da yoğunlaştırdı ve hızlandırdı. Hatta, tüm dünya sürdürülebilirliğin yalnızca ekolojik değil, aynı ölçüde ekonomik ve toplumsal bir sorun olduğu konusunda da birleşti.
Sürdürülebilirlik dört temel unsura dayanmaktadır: rekabetçilik, çevre, yaşam kalitesi ve hepsini kapsayan bir ilke olarak iyi yönetim. Şehirler yatırım çekebilmek ve rekabet edebilmek için, modern ve verimli altyapılara, bol miktarda vasıflı işgücüne, modern IT ve iletişim teknolojilerine, kaliteli konutlara, eğitime ve su ve elektrik gibi temel hizmetlere gereksinim duyar. Metropolitan bölgeler, hava kirliliği, atık su yönetimi ve yeşil alanların bozulması gibi pek çok çevre sorunuyla karşı karşıya. Sürdürülebilir şehirsel gelişim, (alternatif enerji kaynaklarının ve enerjiyi daha verimli kullanan binaların ve ulaşım araçlarının daha fazla kullanılmasını, trafik sıkışıklığını ve CO2 emisyonlarını azaltacak önlemleri, suyun ve atıkların geri dönüşümünü ve kirliliğin filtre edilmesini ve karbondioksidin tutulması için bitki örtüsünün kullanılmasını teşvik ediyor. İklim değişimiyle mücadele etmeye yönelik teknolojiler uygulanmaya hazır olabilir, ama gerekli yatırımların kapsamı ve uzun vadeli etkileri yüksek bir risk düzeyini ve belirsizlikleri de beraberinde getiriyor. Yine de her şey göründüğü kadar zor olmayabilir. Londra örneğinde, önemli sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için gerekli olan toplam yatırımın şehrin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 1’inden daha düşük olduğu ortaya kondu. Münih üzerinde yürütülen bir araştırma da, benzer niteliklere sahip bir şehrin, şehir sakinlerinin yaşam kalitesi düşürülmeksizin, yüzyıl ortalarına kadar CO2 emisyonlarını yüzde 90 azaltabileceğini gösterdi. Bu çalışmalar, emisyon azaltma potansiyelleri ile yatırımlar ve yatırımın getirisi arasında-ki bağlantıyı da gösteriyor. Bu bağlantının bilincinde olunması, şehrin geleceğine ilişkin kararları alan kişilerin yatırımlara öncelik vermesine ve maliyetleri optimize etmelerine yardımcı olacaktır.
Yaşam Döngüsü Yönetimi ve Binalarda Enerji Verimliliği Projeleri
Sürdürülebilir yeşil bina stratejileri, bilgi yönetimini kolaylaştıran ve operasyon verimliliğini artıran teknolojiler gerektirir. Çözümler ve hizmetler, tesislerin yaşam döngüsünün tamamı boyunca devrede kalırken bir yandan binaların yeni yeşil teknolojilerden yararlanmasını ve karbon ayak izlerini azaltmalarını, diğer yandan da iç mekanlardaki hava kalitesini ve enerji verimliliğini iyileştirmeyi sağlamalıdır.
Enerji Verimliliği projeleri, en yüksek düzeyde konfor sunarken, binaların enerji maliyetlerinin azaltılması konusunda da kapsamlı çözümler ve yenilikçi teknolojiler sağlamalıdır. Çevreye duyarlı özellikleriyle bu çözümler, binaların güvenilirliğini ve işletme performanslarını da artırmalıdır.
Bilindiği üzere dünya enerji tüketiminin yaklaşık % 40'ı binalara aittir. Binalar ayrıca, yeryüzündeki su harcamalarının % 17’sinden, kesilen ağaçların % 25’inden, elektrik tüketiminin % 72’sinden, küresel sera gazı emisyonlarının ise % 15,3’ünden doğrudan sorumludur. Günümüzün bina sahipleri küresel olarak enerji tüketiminin azaltılması ve bu tüketimin çevreye etkisinin minimize edilmesi sorumluluğunu taşımaktadır. Bir binadaki en büyük enerji tüketicileri toplam enerji maliyetlerinin % 40 ile % 60’ına denk gelen teknik donanımlar ve aydınlatma elemanlarıdır. Oysa durum böyle olmak zorunda değildir.
Yenilenmiş bir bina; enerji tüketimini ısıtma, havalandırma ve klima (HVAC) ekipmanının performansını optimize ederek % 40 oranında azaltabilir. Dahası, bu önlemler için gereken yatırım, enerji tasarruflarıyla ve işletme maliyetlerindeki tasarruflarla geri kazanılabilir.
Müşterileriyle birlikte, binaların yaşam döngüleri boyunca gerekecek enerji satın alma, enerji verimliliği ve enerji yönetimi konularında maliyetten tasarruf sağlayan çözümler geliştiren şirketler fark yaratmaktadır.
2006’da, UniCredit Bank Milano’daki bir enerji tasarrufu kontratı planı çerçevesinde merkez bürolarını yeniden donatmak için uluslar arası ve ESCO kimliği de olan bir firma ile birlikte çalışmaya başlamıştır. Mevcut sistemin bir analizi sayesinde, özellikle büyük miktarda enerjinin nerelerde tüketildiği ve hangi ekipmanın ne kadar verimli kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Bunun ardından geliştirme için alınacak önlemler tanımlanmıştır. Önlemler arasında yer alan, klima ve havalandırma sistemlerinin yenilenmesi hava kalitesini geliştirmiş, bu da tüm kompleksteki konfor seviyesini belirli oranda artırmıştır. Enerji tasarrufu planı sonucunda UniCredit sadece tüketimi azaltmakla kalmamış, ayrıca atmosfere salınan CO2 emisyonunu da kısmıştır. Bu çalışmaya başlamalarından bir yıl sonra, merkez bürolarının CO2 emisyonları 2.400 ton düşmüştür. Bu sonuçların ışığında, Avrupa Komisyonu UniCredit Bank’ı Yeşil Bina (GreenBuilding) Ortağı statüsüyle
ödüllendirmiştir. Çalışmaya iştirak eden çözüm ortağı firma da bu girişimdeki sıra dışı teşviki için 2008 GreenBuilding Ödülü ile ödüllendirilmiştir. [2]
Bundan sonraki yazımızda "Akıllı Binalar ve Standartları " anlatılacaktır.
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!