×

Güven Meselesi



Güven Meselesi

Avni Gündüz

 
 [Yayım Tarihi: 28 Mayıs 2025]

“Benim bıçaklaa, alaman malı” diyordu Süleyman ağabey. El aletleri de alaman’danmış! Hep öğünürdü. alaman malı olunca iyisi oluyormuş. Diğerleri niye kötü olsun ki?

 “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl” demişti bir keresinde. Sonra bir yerde okumuştum; pek anlayamamıştım. Bizim sicimlerden daha sağlam olduğunu anlatmak içinmiş.


Demek ki kullanırken işimizin aksamaması, “yabancı” el aletleri ve malzemeleriyle olacakmış! Aletler ve malzeme güvenilir olacak, yarı yolda bırakmayacakmış. 

Yurt dışına ilk çıktığımda da küçük el aletlerini oradan alıp getirmiştim. Sanki burada aynı işi görecek başka malzeme yokmuş gibi. Manipüle edilmişim; belki de Süleyman ağabeyin sözlerine güvenmiştim.

Bebekler ve çocuklar ana babalarına ve tanıdıklarına yaklaşırlar, onlara ses çıkarmazlar sevdirirken. Başkalarına ise anlamsız bakışları vardır. Endişe ve korku içerir, bazen ağlarlar. Yakınlarına karşı bir güven duygusu oluşmuştur, diğerlerine karşı güvensizlik. Yakınlarımız, onlarla beraber gördüklerimiz insanlar güvenilir kişiler olmuştur çocukluk ve gençlikte. Bazıları komşu bazıları da hısım akrabadır. Güvenilecek insanlardır.


 
Güven duymak için güvenilecek kişi gerek. Aksi takdirde anlamsız bir ifade oluyor çünkü. Sonraları anlarsınız güvenilen kişilerin de derece derece olduğunu. Kimisi az güvenilirdir, kimisi çok. Çok güvendiğimiz birisinden destek gerektiğinde alamazsak yıkıma uğrarız. Benim üniversitedeki ilk yılımda çıkan kredi için güvendiğim kişilerden kefil bulamamam gibi. Oysa bana göre bırakın kefil olmayı kendileri burs verebilecek zenginlikte idiler güvendiklerim. 

Yaşayarak öğreniliyor güvenileceklerin de derecelerinin olduğu. “Güvenme emmi’ne dayı’ na, ekmeğini al yanına” deyişi boşuna değilmiş. Yaşamımızda da güvenilmez kişilerin kimler olduğu tembih edilirdi; “Falancaya güvenme, onunla arkadaş olma, filanca bakkal güvenilmez, tartıda hile yapıyormuş” denirdi. Yani ya bir kötülük görürsün ya da aldatılırsın diye anlardım. Eğitim ve öğretimde tanımlar üzerinde pek durulmadığından aile içi öğretilerde durulmazdı, böyle idi. Detay pek olmaz bizde, kavramlar biraz muğlak kalır.

Sadece bize zarar vermeyeceğine inanmak güvenmek değil tabi ki. Söz ve davranışlara da güvenilmek gerekiyor. Örneğin ağaçlara, duvarlara kazınan, karşılıklı verilen sözler. Kavgaya karışınca arkadaşının seninle olacağına inanmak. ve daha neler neler.

Çoğumuz inanmakta güçlük çekecektir ama ortaokulda iken “İş Bilgisi” dersi vardı. Kızlar iğne iplik kullanmayı ve örgü örmeyi, erkekler ise metal ve marangozluk işlerini (tabii ki küçük ölçekte ve tanıma amacıyla) yaparlardı. Bana da 30x40 cm boyutlarında bir tahtaya “TÜRK ÖĞÜN ÇALIŞ GÜVEN” kelimelerini kabartma şeklinde yapma ödevi verilmişti.

Küçük bir keski ve çekiçle uğraşmış, ikinci denemede kabartma yazıları yapabilmiştim. Yapmasına yapmıştım ama “öğün” sözcüğü biraz tuhafıma gitmişti; öğünmek biraz ayıp sayılırdı da ondan. Süleyman abi gibi olunmaması, sahip olduklarıyla öğünülmemesi tembihlenirdi. Alçak gönüllü olmak öğütlenirdi. Öğünmek amacıyla boş atanlarla dalga geçilirdi. Anlamını öğretmenlere sorduysam da aklımda kalan bir yanıt olmamış.


Ankara’ya geldiğimizde herkesin yolunun kesiştiği Kızılay meydanındaki “Güven Park” ta aynı özdeyişi görünce yaptığım işi hatırlamıştım. Araştırıp “Öğün” kelimesinin o günkü mal varlığıyla veya statüsü ile değil onurlu geçmişiyle övünmek ve aklı kullanmak anlamına geldiğini öğrenince birazcık mutlu olmuştum. 
Şimdiki gözümle “ufacık” olarak üniversiteye gelmiş olan çocuklardandık. Tanıdığımız, yeni tanıştığımız kişilerle dolaşır birbirimize karşı bir güven duygusu geliştirirdik. “Güven iyi karakterin yansımasıdır” demiş eskiler. Zararını görmediğimiz sürece anlayamadığımız kişilikler. Hem yeni yeni oluşuyordu kişiliklerimiz. Bir süre sonra ideolojik olarak ayrıldığımız ve “düşmanca” baktığımız arkadaşlarımız. Kim iyi kim kötü? Artık bilinemez hale geliyor o zaman. Diğer yanda idealleri uğrunda arkadaşları için ölümü göze alan genç insanlar. Bunları, bir yerde bana ortaokuldayken ilçe kütüphanesinde bulduğum “Pardayyanlar” isimli kitabın kahramanlarına benzetmiştim. 


Kaotik günler yaşıyorduk. Daha dün beraberce top oynadıklarımızla ayrışmıştık. Aynı sınıflarda okuduklarımızla konuşmuyorduk. Onlar mı “iyi karakterli” değildi, yoksa bizler mi? Onlardan olanlar okula, öğrencilere saldırınca güvenecek bir şey arardık: Bu devlet olmalıydı: Eşitlere karşı tarafsız bir devlet. Devleti ele geçirenlerin eşit davranmadıklarını görmek üzüntü veriyordu. Bu düzen değişmeli, bildiğimiz şekliyle herkes yasalar önünde eşit olmalıydı.

Toplumsal yaşamımızda güven, doğal olarak insan ilişkilerinde var, belki son çeyrekte zayıfladı. “Kendimiz için iyi olan” gözlüğüyle bakıyoruz güven duygusuna ama ancak yıllar boyu eskimeyen dostluklar da hep güvenilir olanlarla değil mi? Biz güvendiysek dostumuz da güveniyordur.

Güven güven derken devletin adaleti, dayanışma gibi yerlere gittik. Artık ben de güvenin neye, kime, nasıl kurulacağını kendime öğütlüyorum. 

Aslında, aradığımız şey biraz da sadakat galiba.


……………………..


Sadakat: İçten bağlılık/ Sağlam, güçlü dostluk (Kaynak: TDK Sözlük) 

Not: EMO İzmir Şube bülteninde yayınlanmıştır. 
 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt