×

Geleceğin Geleneği



Geleceğin Geleneği

Salih Çoşkun 
 
Hadi henüz yürümeye demeyelim ama o ya da bu şekilde emeklemeye başladı ulusal mühendislik kültürümüz çok şükür…  Hatta biraz daha ileri gidelim. Doğumundan bu yana yüz sene bile geçmemesine rağmen belli bir geleneğe sahip olma savaşı bile veriyor. 

Her şey 1930larda başladı. İlk elektrik mühendislerimiz üniversite sıralarına o sene oturdular. Peki ne yapacaklardı bu insanlar? Kendilerinden ne bekleniyordu? Neyi başaracaklardı?

İlk olmanın, dolayısıyla ilk yılların varoluş heyecanı ve ele avuca sığmaz enerjisi, insanın aklını başından alacak yenilikleri beraberinde getirdi haliyle. 30 sene içerisinde azımsanamayacak öneme sahip ve büyük hızla kitleselleşecek devrimler yapılıverdi:  ilk FM radyo yayını, ilk TV yayını, ilk stereo yayın vb…  

Mesleğin kimyası her an tazelenmeye müsait olsa da, her şey gibi kendi töresini, geleneğini de meydana getirecekti elektrik mühendisliği kaçınılmaz olarak.

Töre, “etik” kelimesinin etimolojik kökeni. Mühendisliğimiz de artık aradan henüz bir asır bile geçmemesine rağmen, töresini, yani etiğini oluşturmakla karşı karşıya. İş dünyası, sektör, kapitalizm, neo liberal dünya derken, çalışma hayatımızdaki her adımı ister istemez kazanmak, daha çok kazanmak, çılgınca kazanmak, kar etmek, çıkar sağlamak gibi çok da sevimli tınılara sahip olmayan zeminler üzerinde atıyoruz. Etik ise bütün bunların karşısında duran, araçsallığı (belli bir hedef doğrultusunda kullanılması) ve çıkarı başlı başına reddeden bir kavram. Peki neden böyle bir keskinliğe ihtiyaç duyduk?

Çevre, gelecek kuşaklar, insanların birbirleriyle ve doğayla ilişkilerinin sürekliliği, yaşadığımız topluma (ve gene doğaya) karşı sorumluluk gibi evrensel kriterleri masaya koyduğumuz zaman, iş dünyasının acımasız, korkunç ve soğuk dilinin geri dönüşsüz şekilde, acilen evrilmesi gerektiği gözler önüne seriliyor.

Ancak, tüm bu zorunluluklara ve aceleye rağmen hiçbir koşulda değişmeyen bir gerçek var gene de: Hani şu meşhur operada da avaz avaz vurgulandığı gibi “Önce ekmek gelir, ardından ahlak…” mottosu iş dünyamızın tüm kademelerini baştan başa öyle acımasızca sarıp sarmalamış ki, gelenekselleşmesini arzuladığımız efsane bir türlü yola çıkıp gelemiyor bile. Mühendisliğimize “etik” yaklaşımı yerleştirmenin önünde piyasa aktörleri o kadar güçlü bir rezistans oluşturuyor ki, en iyi niyetli paydaşlarımız dahi erkenden pes ediveriyor.

Mühendisliğin itibarını zedeleyen küresel, ulusal ya da yerel piyasa koşulları, rekabetçi ortamın getirdiği olumsuzluklar, firmaların ayakta durma savaşları, yasal süreçlerin gerçeklerle uyuşmazlığı, disiplinler arası bilgisizlik, yetkin olmayan etkin figürler vs derken özlemle beklediğimiz etik anlayışı var edebilecek imkânlardan ve fırsatlardan git gide uzaklaşmak zorunda kalıyoruz.

Bu aslında bir ruh durumu meselesi.  Öğrenilmiş bir çaresizlik. Kabul edilmiş, razı olunmuş bir kurban olma hali. Emek ve ahlak arasındaki bu zavallı sıkışmışlık, mühendisliğimizin belki de en büyük meselesi. Bir gelenek meselesi. Bir gelecek meselesi. Bunu dikkatle ele almak ve üniversitelerin, meslek odalarının, meslek örgütlerinin, girişimcilerin yol bulup, yol gösterici olmaları gerekiyor.  Etik kodlarımız var ama önce hayata geçirilip sindirilmesi, ardından da gelenekleşmesi ancak sahip çıkmakla, arkasında durmakla mümkün.  Altın bileziğimizin geleceği olabilmesinin yolu bu geleneği meydana getirmesinden geçiyor.

100. yılına yaklaşmakta olan mühendislik geçmişimizle hemen hemen aynı yaştaki üç kuruşlu opera oyununda bambaşka bir derdi anlatan Bertold Brecht ‘in “Önce ekmek gelir, ardından ahlak” haykırışının yerine başka şeyler söylememizin zamanı gelmedi mi?

 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt