×

Avusturalya'nın Kalbine Yolculuk Yazı Dizisi-3



Avusturalya'nın Kalbine Yolculuk
Yazı Dizisi-3


Ömer Özgür Bozkurt

 

Kaldığım yerden, yani Avustralya’nın kalbi olarak bilinen, “Red Center”dan devam ediyorum. Yazımın devamında büyülü özellikleriyle Kata Tjuta ve Kings Canyon ile buradaki kampımdan bahsedeceğim. 

Hadi başlayalım!

Kata Tjuta

Gün doğumunu izlemek için güne erkenden başladım. Gece etrafta çok fazla dingo vardı. Avustralya’nın yerel hayvanlarından biri olan dingo, kurt ve tilki arasında vahşi bir tür olmakla birlikte, insanlara saldırma oranları çok düşük. Uyku tulumuma kadar gelmeleri bir miktar korku saldı içime açıkçası. Sanıyorum ben de Aborjinler gibi deneyimleyerek hayatta kalmaya çalışanlardanım. 
 

Bu bilgi akabinde, portakal rengi gökyüzünü yüzüme yansırken, çöl rüzgarını iliklerime kadar hissediyordum ve yaklaşık 20km uzaklıktan Uluru’nun silüeti belirdi. Çok güzel bir his..


Gün doğumunun akabinde, bugünkü hedefim bir diğer kutsal bölge olan “Kata Tjuta”. Bu kayanın Uluru’dan daha heybetli olduğunu gördüğümde gözlerimi alamadım. Fotoğraflarımda üç kubbe olarak yer alan Kata Tjuta, çok fazla kişinin gelmesi istenmediği için ve halka tam anlamıyla açık olmadığı için çok iyi korunmuş durumda. Yine sessizce etrafını dolanırken, suyun, rüzgarın ve kuşların sesiyle bu büyülü atmosferin tadını çıkardım. 

Daha önce de bahsettiğim gibi, Aborjin kültüründe doğa ile büyük bir bağ söz konusu. Hatıra olarak bir taş parçası almanın bile, kötü şans getireceğine inanılıyor ve o taşı yerine koymadığın sürece, kendi yaşamının dengesini korunamayacağın söyleniyor. 

Bunu kimse anlamaz diye düşünebilirsiniz, doğru. Bu topluluğun maneviyatı çok güçlü ve ben onların hissedebileceğine ikna oldum yaşadığım deneyimler sayesinde. 
 



 
Bir çok hissi bir arada yaşadığım bir başka günün ardından kamp yapacağımız yere geldik. Bize rehberlik eden İtalyan asıllı, Aborjinler ile birlikte büyümüş Jinxy’nin bize harika bir sürprizi oldu. Aborjin bir arkadaşını sohbet etmek için davet etmiş ve o da eli boş gelmemek için kanguru avlayıp getirmiş. Evet doğru okudunuz avlamış ve sürükleyerek getirmiş. Avlanmayı çok tasvip etmesem de ve aynı zamanda hayvan ürünleri tüketmesem de, parası olmadığı için ve mahcup olmamak için yaptığı bu düşünceli davranış etkileyiciydi. Akabinde doğanın verdiği şeylerle beslendiğini ve genel olarak bitkisel beslenmenin daha iyi hissettirdiğini ekledi ve bir miktar daha rahatladım. Merak edenler varsa, ben yemedim. Kanguruyu çeşitli parçalara ayırarak pişirdi ve herkese paylaştırdı. Kültürlerine göre kangurunun kuyruğu en önemli yeriymiş ve geleneksel olarak grubun en yaşlısı ya da liderine ikram edilirmiş. Kuyruğu da herkesin tadına bakabilmesi için paylaştırmayı tercih etti. 
Akabinde günü bitirmek üzere, yine uyku tulumumun içine girip, yıldızların altında uykuya daldım. 

Ertesi gün yine inanılmaz bir gün bizi bekliyor.

Kata Tjuta hakkında paylaşımım: https://www.instagram.com/p/CPm5H6rAgFQ/

 
Kings Canyon


Bugün yine erkenden uyanıp, Kings Canyon’daki Kayıp Şehir’de, kum taşı kuleler üzerinde uzunca bir yürüyüş olan Kings Canyon Rim Walk ile güne başladım. İlk kısım, parkurun en zor kısmı, o yüzden pes etmeden tepeye yavaş yavaş ulaştık. Zorlu tırmanıştan sonra ulaştığımız manzaraya, bütün zahmet değer açıkcası.  

Buradaki en önemli kutsal yer, Garden of Eden. İsminden de anlaşılacağı gibi adeta bir cennet bahçesine girmiş hissiyatı veriyor size. Hava ne kadar sıcak olursa olsun, serin ve huzurlu ortamında, sanki zamanın durmuş olduğu hissiyatıyla dolup taşıyordum. Hafif esintiyle birlikte, kuşların cıvıltısı hala kulağımda..  

İnanılmaz 5 gün ardından dönüş vakti geldi çattı. 

Dönüş yolumuzda vahşi develer ve emulerle karşılaştık. Kısaca bu konuda da bildiklerimi paylaşmak istiyorum. 
 

Avustralya’daki develeri bir çok kişi Avustralya’nın vahşi yaşamında doğal olarak bulunduğunu düşünse de, İngilizler 1800’lerde Afganistan’dan çölde ulaşım için getirmiş. İşleri bittikten sonra ise doğaya bırakmışlar ve develerin üstün ortama uyum sağlama kabiliyetiyle, onlarca yıldır Avustralya’da yaşamaktalar. Develer yeşil ya da kuru her şeyi yeme potansiyeline sahip olup, tek seferle onlarca litte su içebiliyor ve bu hayvanı avlayabilecek besin zincirinde bir tür yok. Bu durum Aborjin halkını doğal yaşamında çok zor durumda bırakmış. Hem yiyecek hem de su bulmakta zorlanmışlar ve hala zorlandıklarını dile getiriyorlar. Ayrıca develerin yiyecek bulamadıklarında, köylere gelip, etrafa zarar vermelerinde de yakınıyorlar. Bunun yanında binlerce yıllık su kuyularının içine düşüyorlar, çıkamazlarsa ve içinde ölürlerse, bu kaynaklardan su içilmez hala geliyormuş. Bu durumda yerel halk için üzülmekle birlikte, doğa, insan eliyle değiştirmeye kalktığımızda, cevabını almamızın gecikmeyeceğini bir kere daha gösteriyor. 


Emulara gelecek olursak, Avustralya’nın devlet armasındaki iki hayvandan bir tanesi emu, diğer ise çoğu kişinin bildiği kanguru. Emular genel olarak deve kuşuyla karıştırılsa da, kafa, ayak ve bat konusunda bir miktar farklılıklar var. Agresif bir hayvan olduğu için, çok yaklaşmamak gerekiyor ve oldukça da hızlı koşuyorlar.

Kings Canyon ile ilgili paylaşımım: https://www.instagram.com/p/CQPuuoVAzrl/ 
 
Güzel bir gezi yazısının daha sonuna geldim. Buraya kadar sıkılmadan okuduysanız, beğendiğinizi düşünüyorum ve teşekkür ediyorum. Herhangi bir öneriniz olursa, ulaşmanızı rica ederim.

Sevgiler.. 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt