Adalet ve Yoksulluk Üzerine

Adalet ve Yoksulluk Üzerine
Avni Gündüz
ETP Portalında Adalet başlıklı yazıyı okuyunca aklıma ilk düşen küçükken oturduğumuz mahallemizdeki Adalet isimli kız oldu. Oysa yazı oldukça felsefi, ciddi ve akademik üslupla yazılmış derli toplu faydalı bir yazıydı. Nedense böyle değişik çağrışımlar oluyor bende.
Adalet bizden birkaç yaş büyüktü, irice ve güçlü kuvvetli gözükürdü. Kardeşini döven diğer oğlanları da kovaladığını görmüştüm. Demek ki adalet de güçlü olmalıydı ki anası babası bu adı vermiş ona. Algım öyle kalmış aklımda. Hükümet konağının koridorundan ara sıra kestirme olsun diye geçtiğimizde gördüğümüz hâkim ve savcılar da öyleydi. Cüppeli, kırmızı yakalı, heybetli. Hele savcı var ya; “sorgusuz sualsiz” bir ay içeri atabilirmiş. Büyükler öyle söylemişti.
Yoksulluğa gelince; toplumun çok büyük kesimi varsıl değildi. Dolayısıyla barınma, üst baş ve kışlık erzaklar tamamsa sorun yoktu. Harcayabileceğimiz harçlık da hepimizde sınırlı idi. Üstümüzde başımızda ve beden eğitimi derslerinde de öyle çeşit çeşit markalı eşofmanlar, ayakkabılar yoktu. Lastik spor ayakkabılarımız, evde veya komşuda dikilen şortlarımız vardı. Yokluk bilinirdi ama kimse diğerinin marka ayakkabısı yok diye de onu küçük görmezdi. Markalı şeyler yoktu zaten, ayrıca başkalarını bu şekilde aşağılayıcı konuşmak ayıptı.
Bizim kazada her yerde elektrik yoktu fakat olanlarda da sık sık kesilirdi. Kovada’dan gelen hat arızalandığında elektriğin gelmesi daha fazla sürerdi. Burdur’da da kesinti olurdu ama öyle uzun kesintileri hatırlamıyorum veya alışmıştık. Her evde gaz lambası bulunurdu. Ramazan’da veya kış gecelerindeki misafirlikler olmadığı zaman, “arkası yarın” benzeri radyo skeçlerinden sonra yatılırdı. Bu ahval ve şerait altında enerji yoksunluğu kavramını bilemezdik çünkü o kadar elektrik bile büyük nimet idi.
.png)
Yurtlarda elektrik pek kesilmezdi ama bir de kesilirse yurtlar arası karşılıklı atışmalar başlardı. Bu belki bir psikolojik boşalma biçimi idi. Elektrikler gelince “efelik”ler biter, sesler bıçak gibi kesilirdi. Elektriklerin kesilmesi normaldi. Her zaman olabilirdi, yoksunluğu anlamazdık.
“Enerji yoksulluğu" ’nu da şimdilerde tartışıyoruz. O dönemlerde sadece fazla ödeme yapmayalım diye dikkatli davranılırdı. Demek ki içten içe hissederek kavramaya başlamışız enerji yoksulluğunu.
Enerjiye ulaşabilmenin bir insan hakkı olduğunu da bilemezdik. Genellikle odun ve kömürle ısınılır, mart gelince evdeki stoklar tükenirdi. Yavaş yavaş araç sayıları arttıkça döviz sıkıntısından benzin ve tüpgaz bulunamaz, bulunamadığı dönemde de evde yemek yapılamamasının sıkıntıları her yerde hissedilirdi. Yine de evlerde gaz ocakları çöpe gitmediğinden ikinci sıraya düşen ocaklar iş görürdü.
“Enerji yoksulluğu" ’nu da şimdilerde tartışıyoruz. O dönemlerde sadece fazla ödeme yapmayalım diye dikkatli davranılırdı. Demek ki içten içe hissederek kavramaya başlamışız enerji yoksulluğunu.
Enerjiye ulaşabilmenin bir insan hakkı olduğunu da bilemezdik. Genellikle odun ve kömürle ısınılır, mart gelince evdeki stoklar tükenirdi. Yavaş yavaş araç sayıları arttıkça döviz sıkıntısından benzin ve tüpgaz bulunamaz, bulunamadığı dönemde de evde yemek yapılamamasının sıkıntıları her yerde hissedilirdi. Yine de evlerde gaz ocakları çöpe gitmediğinden ikinci sıraya düşen ocaklar iş görürdü.
.png)
Enerji kalitesi diye bir şey kavramımızda yoktu elbette. Ne EN 50160 standardı ne başka bir şey. Gerilim düşüklüğünü gidermek için voltaj regülatörleri imalatı önemli bir sektör bile olmuştu. Enkandesan lambalar mum ışığı gibi yanar, tam Dr. Kimble yakalanacakken hatlar sehim yapıp arızalanıverirdi. Siyah beyaz televizyonlar da nasibini alırdı böylece.
.png)
TEK ile beraber oluşturulan Köycülük dairesi tüm köylere elektrik götürülmesi vizyonunu yüklenmişti. Bu, çağı yakalamak açısından çok önemli bir proje idi. Değişik bir “köy enstitüleri” uygulaması ile tesisler yapılıyordu. Birkaç kişilik ekipler köylere gidiyor, köyün gençlerinden çukur kazma ve direk dikme işlerinde yardım alarak trafo postalarını kuruyorlardı. Direkte çalışabilecek gençler ise kolaylıkla kadroya dahil edilerek yeni ustalar yetiştiriliyordu. Tabii önemli olan elektriğin gelmesi yani yokluğunun giderilmesiydi.
Yavaş yavaş elektrikli alet ve tv tamircilerinin arttığını görmeye başladık. Elektrik geldikten sonra gelişen beyaz eşya ve tv imalatı ile artan satışların ekonomideki canlanmanın ana nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Elektriğin kalitesi ve koruma kavramının henüz bilinçdışında olması ise arızaları artırıyordu. Ancak yine de toplumun büyük kesimi basık bir çan eğrisinin ortasında bulunduğundan, iyi veya kötü, enerjiye ulaşabildiklerinden bunun eksikliği ve sıkıntısını kabullenebiliyordu.
Fosil yakıt çağında, özellikle ikinci dünya savaşından sonra bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinin hızla gelişmesiyle üretim ve tüketim artışlarında adeta ex eğrisi (üstel artış) görüldü. Yüzyılın sonuna doğru elektriğin artık kesilmemesi, SAİDİ (Ortalama kesinti süresi ) veya SAİFİ (Sistem Ortalama kesinti sıklığı endeksi ) hesaplamalarıyla kesintilerin (inkıta) en aza indirilmesi gerektiği söylenmeye başladı. Bizde de bağımsız regülasyon kuruluşları dünya bankası ve Kemal Derviş sayesinde kurulunca EPDK tarafından anlaşılmaz kelime kısaltmalarıyla bu terimler şebeke yönetmeliğine konuldu. Anlayan pek olmadı, dolayısıyla uygulayan da.
Yeni dünya düzeni, İngiltere’de pişirilen ve dünya bankası tarafından diğer ülkelere önerilen(!) özelleştirme hareketleriyle, özellikle enerji ve maden alanlarında yoğunlaştı. Tekstil ucuz emek gücü olan ülkelere yöneldi. Artık bir malın bütününü üretmek değil parçalarını bile en ucuz ülkelerden alabilmek beceri sayıldı. Bunun için global akaryakıt fiyatları nispeten ucuzlatılmalı, mal ve hizmetler dünyaya açılabilmeliydi. Öyle de oldu.
Başlangıçta bolluk olarak gözüken bu hamleler bizi bu günlere getirdi. Bu konuda yazılan veya yapılan araştırmalar buradan İngiltere’ye yol olur. Sonuç olarak özelleştirmeler gelişmekte olan ülkelerde orta sınıfın küçülmesine, bilinen bazı güzel mesleklerin sıradanlaşmasına ve halkın fakirleşmesine yol açtı. Üstüne üstlük gelişmiş ülkelerin yarattığı, fosil yakıtlardan kaynaklanan atmosfer kirliliği iklim değişikliğine yol açmaya başlayınca daha değişik sorunlar baş gösterdi. Sıkıntıyı çeken fakirleşmiş kesimlerse artmaya başladı.
“Çare nedir?” Dediler: Çare elektriklenme. İklim değişikliği ile mücadelede yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, yetmezse depolama ve benzeri önlemler. Teorik olarak doğru gibi ama kaynak (para) sorunu var, nadir elementlerin eldesi var.
Çözüm için Kyoto’dan beri COP toplantıları her sene yapılıyor ve güya çare aranıyor. Bulunan yöntem zengin ülkelerin fon yaratması. Ancak uygulama, zengin ülkelerin fakir ülkelerden, fakir ülkelerin de kendi fakirlerinden kaynak yaratarak iklim değişikliği önlemlerinin alınması yöntemi oldu. Elbette söylemler böyle değildi ama netice bu. Gelinen nokta, artık gelişmiş ülkeler dahil olmak üzere, enerjiye ulaşamayan kitlelerin bulunduğu, adil bir dağıtımın yapılamadığı çok boyutlu karmaşık bir hal aldı.
Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde Düşük Gelir, Yüksek Enerji Fiyatları, Yetersiz Enerji Altyapısı ve Enerji Verimsizliği daha yüksek oranlarda olduğundan Sağlık, Eğitim ve İş Hayatı zorlukları ve finansal zayıflık (parasızlık) nedeniyle oluşan sorunlara sosyal hayattan da ayrı kalma sorunları da eklendi.
Yavaş yavaş elektrikli alet ve tv tamircilerinin arttığını görmeye başladık. Elektrik geldikten sonra gelişen beyaz eşya ve tv imalatı ile artan satışların ekonomideki canlanmanın ana nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Elektriğin kalitesi ve koruma kavramının henüz bilinçdışında olması ise arızaları artırıyordu. Ancak yine de toplumun büyük kesimi basık bir çan eğrisinin ortasında bulunduğundan, iyi veya kötü, enerjiye ulaşabildiklerinden bunun eksikliği ve sıkıntısını kabullenebiliyordu.
Fosil yakıt çağında, özellikle ikinci dünya savaşından sonra bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinin hızla gelişmesiyle üretim ve tüketim artışlarında adeta ex eğrisi (üstel artış) görüldü. Yüzyılın sonuna doğru elektriğin artık kesilmemesi, SAİDİ (Ortalama kesinti süresi ) veya SAİFİ (Sistem Ortalama kesinti sıklığı endeksi ) hesaplamalarıyla kesintilerin (inkıta) en aza indirilmesi gerektiği söylenmeye başladı. Bizde de bağımsız regülasyon kuruluşları dünya bankası ve Kemal Derviş sayesinde kurulunca EPDK tarafından anlaşılmaz kelime kısaltmalarıyla bu terimler şebeke yönetmeliğine konuldu. Anlayan pek olmadı, dolayısıyla uygulayan da.
Yeni dünya düzeni, İngiltere’de pişirilen ve dünya bankası tarafından diğer ülkelere önerilen(!) özelleştirme hareketleriyle, özellikle enerji ve maden alanlarında yoğunlaştı. Tekstil ucuz emek gücü olan ülkelere yöneldi. Artık bir malın bütününü üretmek değil parçalarını bile en ucuz ülkelerden alabilmek beceri sayıldı. Bunun için global akaryakıt fiyatları nispeten ucuzlatılmalı, mal ve hizmetler dünyaya açılabilmeliydi. Öyle de oldu.
Başlangıçta bolluk olarak gözüken bu hamleler bizi bu günlere getirdi. Bu konuda yazılan veya yapılan araştırmalar buradan İngiltere’ye yol olur. Sonuç olarak özelleştirmeler gelişmekte olan ülkelerde orta sınıfın küçülmesine, bilinen bazı güzel mesleklerin sıradanlaşmasına ve halkın fakirleşmesine yol açtı. Üstüne üstlük gelişmiş ülkelerin yarattığı, fosil yakıtlardan kaynaklanan atmosfer kirliliği iklim değişikliğine yol açmaya başlayınca daha değişik sorunlar baş gösterdi. Sıkıntıyı çeken fakirleşmiş kesimlerse artmaya başladı.
“Çare nedir?” Dediler: Çare elektriklenme. İklim değişikliği ile mücadelede yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, yetmezse depolama ve benzeri önlemler. Teorik olarak doğru gibi ama kaynak (para) sorunu var, nadir elementlerin eldesi var.
Çözüm için Kyoto’dan beri COP toplantıları her sene yapılıyor ve güya çare aranıyor. Bulunan yöntem zengin ülkelerin fon yaratması. Ancak uygulama, zengin ülkelerin fakir ülkelerden, fakir ülkelerin de kendi fakirlerinden kaynak yaratarak iklim değişikliği önlemlerinin alınması yöntemi oldu. Elbette söylemler böyle değildi ama netice bu. Gelinen nokta, artık gelişmiş ülkeler dahil olmak üzere, enerjiye ulaşamayan kitlelerin bulunduğu, adil bir dağıtımın yapılamadığı çok boyutlu karmaşık bir hal aldı.
Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde Düşük Gelir, Yüksek Enerji Fiyatları, Yetersiz Enerji Altyapısı ve Enerji Verimsizliği daha yüksek oranlarda olduğundan Sağlık, Eğitim ve İş Hayatı zorlukları ve finansal zayıflık (parasızlık) nedeniyle oluşan sorunlara sosyal hayattan da ayrı kalma sorunları da eklendi.
.png)
Geçen yüzyılda kendi yağımızla kavrulup giderken, bulduğumuzda sevindiğimiz elektriğe, evimizde olmayan televizyon ve beyaz eşyalarla, hacı muratlarla başlayan araba sevdamıza ve tüketerek mutlu olduğumuz zamanlara doğru hızla ilerlerken şimdi enerjiye ulaşılamaz ise hayatımızın durduğu bir duruma geliverdik. Ve anlaşıldı ki günümüzde enerjiye adil ve uygun fiyatlarla ulaşabilmek bir “insan hakkı”dır.
İster politik kaygılarla isterlerse “insani” kaygılarla olsun hükümetler Gelir Destek Programları, Enerji Verimliliği Projeleri ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına yatırımlar yapmanın yanı sıra yine halka başvurarak onları eğitim yoluyla “enerji yoksulluğu” kavramıyla bilinçlendirme çalışmaları yapmaktadırlar; ama az, ama çok.
.png)
Adalet diye bir yazı okuduk, nerelere geldik. Adalet gözleri bağlı olarak teraziyi denk tutmalı. Ya uymazsak Adalet’e? O zaman güçlü olmalı ki uymamazlık etmeyelim. Hafızamda öyle yer etmiş. Lakin birileri de güç kimde ise adalet ondan yanadır diyor. Adalet şimdi nerededir bilemiyorum. Belki onu artık kardeşi korumaya çalışıyordur, belki de hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Bu dünyaya her gelen kişinin yaşam hakkı olduğunu bilerek, çıkarını gözleyip diğerlerinin hakkını da isteyenlere adalet bütün gücüyle ve heybetiyle karşı durmalı. Bu da sistem meselesi. Yoksa daha güçlüler adaleti yanlarına çekebilir.
Yoksulluk bana göre kader. Çoğu, insanların veya coğrafyanın yarattığı durum. Yoksulluğu gidermek ise görev. Yapılabilecek pek çok düzenleme var: Bilinen şeyler. Sadece niyet ve organizasyon gerekli. Benim ise naçizane bir önerim var: EPDK, enerji bedeli ödenmeden şebekeye verilen GES üretimlerini enerjiye ulaşamayan enerji yoksullarına pay edebilir. Malum “sebepsiz zenginleşme” hukukta kabul edilmeyen bir durum.
Enerjisiz kalmayalım…
.png)
Paylaş:
SON YAZILAR

Yöneticinin Kuralları...
25 Nisan 2025

Organik-YZ Savaşında T-İnsan Olmak...
25 Nisan 2025

Karikatürlerle Felsefe Bölüm-13
26 Nisan 2025
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!