×

Milli ve Bağımsız Enerji



Milli ve Bağımsız Enerji 

Cihan Karamık 

 
Geçtiğimiz günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi RLC günlerinde bu konuyu konuştuğumuz bir panele katıldım. Panelistler kendi açılarından çok değerli paylaşımlarda bulundular. Milli ve bağımsız enerji ne demekti? Nasıl anlamalıydık? Bunu tartıştık. Ben de kendi bulunduğum yerden farklı bir perspektif sunmaya çalıştım:

Dilimize doladığımız bir konu var. Enerjide dışa bağımlıyız. Ne kadar bağlıyız? %75 oranında.

 
Cari açığımızın büyük bir kısmından enerji ithalatı sorumlu. Peki ne yapacağız? Basite indirgeyerek anlatacak olursak yapılacak iş teorik olarak basit:

Ya ithal etmek yerine yerli rezervlerimizi kullanacağız. Yani kömür, linyit, her neyimiz varsa. Ki bu bizim enerji bakanlığımızın politikaları arasında. Ancak rezervlerimiz bu sorunu çözecek boyutta değil maalesef. Eğer yeterli olsaydı yani bir İran bir Arabistan, bir Katar, bir ABD kadar reserve sahip olsaydık, bu rezervleri dilediğimiz gibi kullanabilecek miydik? Hayır çünkü iklim değişikliliği ile mücadele sözümüz buna engel olacaktı. Çünkü iklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarından %80 oranında enerji üretimi sorumlu. Biliyorsunuz küresel ısınmayı önümüzdeki 30 yıl içerisinde 2 derece ile sınırlandıramazsak tüm dünyayı bekleyen çok ciddi felaketler var demektir. Antalya’da yakın zamanda yaşanan küresel ısınmanın turizme verdiği zararın bir benzerine şahit olan olmuş muyduk?.
Kuruyan Düden şelalesi yapay şelale oldu.
 
Ben hatırlamıyorum. Özetle bilinen rezervlerimiz ihtiyacı karşılayacak boyutta değil. Olsaydı da zaten istediğimiz gibi kullanma şansımız olmayacaktı.

Peki o olmazsa yenilenebilir enerji kaynaklarımız var, onu kullanabiliriz. Güneşimiz var Almanyada olmadığı kadar, rüzgarımız var, nehirlerimiz var, akarsularımız var HES ler için. Evet karbon emisyonu açısından masumlar ve mutlaka enerji  çeşitliliğindeki  ağırlığını artırmak zorundayız ama yenilenebilir kaynaklarda da kararlılık ve depolama sorunları var. Güneş varken enerji var, yokken yok. Rüzgar esiyorsa enerji var esmiyorsa yok. Suyun debisi yeterliyse var, değilse yok gibi. Ihtiyaç duyduğumuzda emre amade bir kaynağımızın olması için depolama sorununun çözülmesi lazım. Yakın gelecekte bu alandaki teknolojilerin ilerlemesi ve akıllı şebeke yapılarının hayatımıza girmesiyle daha yeni kapılar açılabilecek ama an itibariyle bu seçeneğin de bazı kısıtları var maalesef.

O zaman ne kaldı. Daha az tüketeceğiz. Peki bu mümkün mü? Tabi ki hayır. Çünkü global gelişimin küresel, sürekli  ve makro ekonomik güçleri bunun mümkün olmadığını söylüyor.

Şehirleşme, dijitalleşme, sanayileşme….peki diyelim ki daha az tüketmek mümkün. Bunu yapmak doğru mu? Tabi ki hayır. Çünkü kişi başı enerji tüketimi bir gelişmişlik göstergesi. Biz dünya ortalamasının altındayız. Yani gayet mütevazi yaşıyoruz aslında. Ama soru şu: karşılığında ne kadar değer üretiyoruz. Buna enerji yoğunluğu diyoruz.

Enerji yoğunluğu, Gayri Safi Milli Hasıla başına tüketilen Birincil Enerji miktarını temsil eden ve tüm dünyada kullanılan bir göstergedir. Bu gösterge içinde, ekonomik çıktı, enerji verimliliğindeki artış ve azalma, yakıt ikamesindeki değişimler birlikte ifade edilmektedir. Enerji yoğunluğu, enerji verimliliğinin takip ve karşılaştırılmasında yaygın olarak kullanılan bir araçtır.

Yani 1000 dolarlık gayri safi milli hasıla başına tüketilen enerji miktarı. Burada maalesef iyi bir noktada değiliz. Almanya için bu değer 0,08,  Japonya için 0,07. Bizde ise 0,12 seviyesinde. Yani dünya ortalaması olan 0,18 değerinden düşük olmakla beraber OECD ortalaması olan 0,11 değerine göre daha yüksektir. Yürütülen enerji verimliliği çalışmaları ile bu değerin 2023 yılına kadar, 2011 yılına göre en az %20 azaltılması hedefleniyor.

Kaynak: YEGM Sunumu

Yani diyeceğim o ki, geriye kaybedenin olmadığı tek ve en önemli seçenek kalıyor. Enerji verimliliği. Binalarda yaşam standardı ve hizmet kalitesinin, endüstriyel işletmelerde ise üretim kalitesi ve miktarının düşüşüne yol açmadan, birim veya ürün miktarı başına enerji tüketiminin azaltılması. Bu konu enerji arz güvenliğinin sağlanması, dışa bağımlılık risklerinin azaltılması, çevrenin korunması ve iklim değişikliğine karşı mücadelenin etkinliğinin arttırılmasının sağlanması gibi 2023 yılı ulusal strateji hedeflerimizin ve enerji politikalarımızın en önemli bileşenlerinden biridir.

Başka bir ifadeyle en milli, en yerli enerji kaynağımız bu. Ve daha da önemlisi böyle bir potansiyelimiz de var. Şu an kabaca enerjinin 1/3 i sanayide kullanılıyor, ortalama verimlilik potansiyeli %20-25 arası.  1/3 i binalarda kullanılıyor, verimlilik potansiyeli % 30-50 arası, % 15 i taşıtlarda kullanılıyor, verimlilik potansiyeli % 15-20. Yani hala büyük bir verimlilik potansiyeli var ve bu bizim için büyük bir fırsat.

Uluslararası Enerji Ajansının verilerine göre hala endüstrideki enerji verimliliği potansiyelinin % 58’ ine, altyapı sektöründeki verimlilik potansiyelinin % 79’una ve binalardaki potansiyelin %82’sine hiç dokunulmamış durumda. Eğer enerji verimliliğindeki bu potansiyeli hayata geçirebilirsek iklim değişikliği ile daha rahat mücadele edebilir, sürdürülebilir bir dünya için daha ümitvar olabiliriz.

Evet, çok önemli bir enerji verimliliği potansiyelimiz var ve bu bizim için en milli enerji kaynağı. Şimdi bu potansiyelin nasıl hayata geçirilebileceğinden bahsetmek istiyorum. Bu potansiyeli açığa çıkarmak, günümüz teknolojilerini kullanarak mümkün. Bunun için sadece enerjiyi tüketme kültüründen yönetme kültürüne geçmemiz gerekiyor. Bunun için de binaları, makinaları, süreçleri ve insanları birbirine bağlayan “nesnelerin interneti” dediğimiz kavramı aktif olarak kullanmamız gerekiyor. 2020 yılında 50 milyar cihazın birbiriyle konuşacağından bahsediyoruz. Bu inanılmaz büyüklüklerde ve hızda veri üretimi anlamına geliyor.

Biraz daha vurucu olması açısından, biliyoruz ki, dünyanın varlığı boyunca üretilen verinin %90 ı son iki yılda üretildi. Byte lardan hoşlanmıyorsak eğer, daha aşina olduğumuz bir ölçü biriminden örnekleyelim: her gün ürettiğimiz verileri blue-ray disklere depolasak ve bunları üst üste koysak 4 Eiffel kulesi dikebiliyoruz. 2,5 kentilyon byte. İnanılmaz bir büyüklük.

Geçtiğimiz 10 yılda inovasyon anlamında çok önemli gelişmeler yaşadık. Bu gelişmeler hem yıkıcı etkiler oluşturdu hem de fırsatlar doğurdu bizim için. Mobilite bunlardan ilki. Hepimiz mobil cihaz kullanıyoruz. Bu iletişimi kolaylaştırıyor. Kullanıcı deneyimini iyileştiriyor. İzin verdiğiniz ölçüde bizi çevremize, yaşadığımız binaya, kullandığımız ekipmana tanıtıyor. Aldığımız hizmeti özelleştiriyor.

İkinci dönüşüm bulut teknolojisi. Bulut aslında verinin toplandığı yer. Dileyen herkesin eş zamanlı olarak kolayca ve güvenli bir şekilde erişebildiği bir platform. Verilerin toplandığı ve paylaşıldığı bir platform. Almanya’daki bir fabrikanın Almanya’da bulunan bakım müdürü, İstanbul’da bulunan enerji müdürü, Amerika’da bulunan sürdürülebilirlik müdürünün eş zamanlı olarak enerji verilerine ulaştığı ve fabrikanın enerji verimliliğini arttırmaya yönelik kararlar alabildiği bir veritabanı. ( Geçmişte vardı , ancak bulutta değildi… Bu nedenle kaldırmayı öneririm.) Aslında bu teknoloji çok noktada tesisi olan şirketler için inanılmaz bir esneklik getirdi. Bir uzmanın bulunduğu yerden bağımsız olarak istediği herhangi bir yerdeki bir tesise uzaktan müdahele etme esnekliğini getirdi.

Üçüncü değişim sensörlerde gerçekleşti. Gerek cihaza gömülü gerekse harici sensörlerin maliyetleri o kadar düştü ki artık nesnelerin internetinin en temel değer unsuru oldu.

Dördüncüsü ise analitikler. Prosesten gelen tarihsel verilerle, sensörlerden gelen anlık verilerin uygulama geliştirme bilgisiyle harmanlanıp aksiyon almaya yönelik bilgi üretme süreci. Gelişmiş analitikler olmadan toplanan veriler sadece büyük veri. Belki de büyük bir çöplük.

Son olarak siber güvenlik. Daha standart, açık, IP tabanlı network bağlantıları ve protokolleri kullanılmaya başlandı.Bütün bunlar oluyorken, bu kadar bağlantı varken, kötü niyetli siber saldırılara karşı önlemlerin geliştirilmesi gerekiyor doğal olarak. İşte son 10 yılda bu alanda da çok önemli gelişmeler yaşandı.

Biliyoruz ki, doğru ve yeterli veriye dayanmayan aksiyon kararı sağlıklı olamaz. Aynı şekilde doğru karar almaya hizmet etmeyen veri büyük veri olarak kalır ve hiçbir işimize yaramaz. Biz bu ikisini birleştiriyoruz. Ve şöyle bir sloganımız var artık: “Connect - Collect - Analyze – Act”. Önce herşeyi bağlanabilir olarak üretmemiz ve bağlamamız lazım. Sonra bunlardan gelen verileri bulutta depolamamız lazım. Ardından bu verileri birtakım uygulamalarla anlamlı ve faydalı hale getirmemiz lazım. En son olarak ta döngüyü kapatmak için bu faydalı bilgiyi işimizde doğru kararları almakta kullanmamız lazım.

İşin özeti bu çünkü…

Verimli günler…
 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt