×

Karikatürlü Felsefe Notları-4



Karikatürlü Felsefe Notları
 Hannah Arendt, Simone de Beauvoir, John Rawls


Hazırlayan ve Derleyen: Erdemir Toykan


    Hannah Arendt, Simone de Beauvoir, John Rawls




Illusion: Yanılsama (Hayal)                             Actual: Gerçek                              Strike: Grev, vuruş

Attempt: Teşebbüs                           Disastrous:  Feci, korkunç          Science: Bilim, İlim

Figure out:                                          Morality:  Ahlak                          Experiment: Deney

Deontologists*              Utilitarians: Faydacılar, yararcılar (daha önce bu konu işlendi)                          Lead: Önderlik

Post-Structuralism:  Postyapısalcı felsefe  *                       Teenager: Genç                                              Dangerous: Tehlikeli

Clarify:  Açıklamak, aydınlığa kavuşturmak                      Expel: Azletmek, sınırdışı etmek                   Minorities: Azınlıklar

Mind:  Zihin                                             Save:  Kurtarmak                                        Murderer: Katil

Manage: Yönetmekidare etmek                                        Slovenian: Slovenyalı

Deontologist: Bir mesleği uygularken mutlaka uyulması gereken ahlaki değer ve etik kurallarını inceleyenbilim adamı

Postyapısalcı felsefeciler: Roland Barthes, Jacques Lacan, Michel Foucault, Jacques Derrida, Jean Bauudrillard, Julia Kristeva, Gilles Deluze, Felix Guattari, Jean-François Lyotard (modernizm’in temellerini ve geleneksel felsefeden dev Postmodern felsefenin başlıca ve etkin kuramsal örneklerinden biridir.raldığıı felsefi öncüllerini değerlendirmeye alan felsefe akımıdır) (Karikatürlü Felsefe Notlarında bu düşünürleri  bulabilirsiniz)


John Rawls : 1921-2002.  1971’de çıkan ‘’Bir Adalet Teorisi’’ kitabıyla tanınıyor. Kitabında adaleti hakkaniyet olarak tanımlıyor ve hakkaniyet konusunda ünlü ‘’cehalet perdesi’’ testini sunuyor. Gençliğinde iki kardeşini hasatlıklardan ölmesi onun hayatın adaletsiz olmasını düşündürmüş. Son yüzyılın en önde gelen siyasi filozofu olarak görülür. Princeton,Cornell, MIT, Harward’da ders verdi.



Simone de Beauvoir: 1908-1986 (Simone Lucie Ernestine Bertrand Beauvoir) Bu gün halk entelektüeli dediğimiz türden biriydi.  O ve Sartre yıllarca aşk ilişkisini sürdürdüler. Zaman zaman da Beauvoir başka erkeklerle de aşk ilişkisi yaşıyordu. Feminist olmasına karşın bir cinsel stereotipinin cisimleşmiş haliydi: sevgilisinin nasıl göründüğüne çoğu erkekten bile daha az dikkat ediyordu. 17 yaşında öğrencisini baştan çıkarmakla suçlandı ve öğretmenlik lisansını kaybetti. Varoluşsal adanmışlığını takdir etmemiz gerekir. Sartre gibi Fransa’daki  rıza yaşı kanunun iptal edilmesi için mücadele etti.

‘’İkinci Cins’’ kitabı yazdığı senelerde hem yazdıkları, hem de özgür yaşam tarzı koskoca bir feminist nesline ilham verdi. (bu kitabın özetini Karikatürlü Felsefe Notlarında bulabilirsiniz.)



Hannah Arendt:   1906-1975. Hannover, Almanya.  Yahudi mühendisin tek çocuğu olarak doğdu. Heidelberg’de Martin Heidegger ve Karl Jaspers’ten felsefe öğrendi. Hitler’in iktidara gelmesi üzerine Fransa’ya geçti. Yahudi göçmen hareketi içinde aktif olarak yer aldı.  1941 yılında Amerika’ya göç etti.  1951 yılında Amerikan vatandaşı oldu. Heidegger ile aşk yaşadı.
Kitapları: Totalizmin Kaynakları, Antisemitizm, Emperyalizm, Between past and Future, The life of a Jewess, Devrim Üzerine, Kötülüğün Sıradanlığı (Eichmann in Jerusalem), Men in Dark Times, Crises of the Republic, Şiddet Üzerine, The Life of The Mind, Lectures on Kant’s Political Philopsophy.


Kitap: Hannah Arendt Ve İnsanlığa Karşı Suçlar
Yazar: Hüseyin Günal (Dost Kitapevi)
Yirminci yüzyılın en önemli politika kuramcılarından biri olan Hannah Arendt (1906-1975) insanlığa karşı suçların yeniliğini önemini, erkenden kavrayan düşünürdür. Bu suçlar emsalsizdir ve bu suçlar yeni bir suç tipi oluşturmaktadır. Hukukçuları suçun yeniliğini anlamamakla ve suçu yargılarken geçmişten emsaller bulmaya çalışmakla itham eder. Arendt, sadece totaliter rejimlerin işlediği kötülüklere ve suçlara odaklanmakla kalmamış, bu kötülüklerin ortaya çıkışının nedenleri ve insanlığa karşı suçların hangi bağlamda önlenebileceği üstüne yoğunlaşmıştır.


1.    Yirminci yüzyıl totalitarizmi geç on dokuzuncu yüzyıl emperyalizmi sayesinde ortaya çıkmıştır. Yani Avrupalı güçlerin Afrika’yı ve Asya’yı sömürürken kullandığı yöntemler, edindikleri deneyimler, anakarada Nazi soykırımına yol açan ahlaki boşluğu ortaya çıkarmıştır. Arendt ’in bu tezine ‘’Bumerang’’ etkisi denilmektedir. (Bu konuya hiçbir düşünür değinmemiştir. Yalnız Jean Paul Sartre, Albert Camus, Aime Cesaire, Frantz Fanon Cezayir Savaşı dolayısıyla faşizmi sömürgeciliğin Avrupa’ya dönmüş şekli olarak görmeleridir).  Arendt, totalitarizmle birlikte ortaya çıkan durumu bütün bir Avrupa medeniyetinin değerlerinde kırılma açısından ele alır.

2.    Afrika’nın paylaşılması ve 1914 Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışına kadar geçen otuz yıllık süreç öylesine temel ideolojik ve kurumsal yeniliklere neden olmuştur ki dönemi yirminci yüzyıl da ortaya çıkan felaketlerin habercisi olarak kabul etmek mümkündür. Burjuva sınıfının devlet gücünü ele geçirip siyasi olarak kurtuluşuyla başlayan ve ulus-devlet sisteminin istikrarını bozarak global bir savaşla neticelenen bu dönem emperyalizm çağıdır. Tarihte ilk kez iktidar ve şiddet yapının bilinçli amacı haline gelir.

3.    Kendi özel çıkarlarını büyütmekten başka hiçbir ilke tanımayan sermayederlerin sonsuz iktidar istekleri sömürgelerde rahatça kullanılan sınırsız bir şiddet anlayışıyla birleşmiştir.

4.    Anakaradan sömürgelere sadece sermaye fazlası değil, insan fazlalığı da sermaye ile birlikte sömürgelere giderek ayaktakımı oluşmuş, sermaye ile kurduğu ittifak etkisini daha sonra gösterecektir. Burjuva sınıfıyla olması değil, zorunlu olarak kader birliği içinde olan bu fuzuli kalabalık, sömürgelerde elde ettikleri deneyimleri kendi ülkelerinde de uygulayacaklardır.

5.    Emperyalist anlayışın Avrupa’ya geri dönüşünün en felaket yanını oluşturan unsur, emperyalizmin siyasi örgütlenmesidir. Bir ilkesi ırk, diğeri ise yabancı tahakkümün bir ilkesi olarak bürokrasidir. Irk ulusu, bürokrasi ise yönetimi ikame etmiştir. Almanya’da ırk düşüncesinde doğal yasalarına sahip organik bir tarih öğretisi, yüzyılın sonunda doğal yazgısı dünyayı yönetmek olan süper insanın grotesk bir sureti çıkmıştır. (Arendt ’e göre ırk düşüncesi yer yüzünde var olmasaydı, ırkçılığı emperyalistlerin yine icat edeceği aşikardı).

6.    Boerlerin (Afrika kıtasına yerleşen Hollandalılar) köleliği vahşi halkın ‘’ evcilleştirilmesi’’ olarak tarif etmesine değinmiştir. Boerler bu insanların aynı insan türüne dahil olmayacağı hükmünü getirmiştir. Avrupalılar bu insanları katlederlerken cinayet işlediklerinin farkında değillerdi. İnsan ve insan olmayan arasındaki ayrım, mazeretleri olacaktı. Afrikalıların katledilmesi, hukuki, ahlaki, bireysel özelliklerinden soyutlanmış, toplama kamplarındaki insanların katledilmesini çağrıştırır. Karanlığın Yüreği (Joseph Conrad) meşhur kahramanı Kurtz’un ‘’ bütün vahşileri yok edin’’ emri 1933 ile 1945 arasında Avrupalılar tarafından Avrupalılara, Yahudilere uygulanmıştır. Kurtz, Nazi karakterinde gerçekliğe dönüşmüştür. Kısacası, Afrika’da olanlar Avrupa’da mutlak tahakkümün ve kitlesel kıyımların daha kolay mümkün olduğu bir değerler sisteminin yaratılmasına öncülük etmiştir.

7.    Belçika Kongo’suna ve Almanların Güneybatı Afrika’da Hererolara karşı giriştiği 1904 tarihli soykırım vardır. Güneybatı Afrika’da etkin rol oynayan bazı kişiler daha sonra Nazi ırk politikalarını gelişmelerinde gelişmesinde etkili olmuşlardır. Bunlar içinde Herman Goering’in babası, bilim adamı Eugen Fischer ve sosyal    bilimci Paul Rorhbach vardır.

8.    Totalitarizmi meydana getiren unsurlar şunlardır: Anti-semitizm, ulus-devletin çöküşü, ırkçılık, genişleme, sermaye ve ayak takımı arasında kurulan ittifak. Anti-semitizm Naziler tarafından sadece bütün unsurların totaliter bir bütün oluşturması amacıyla birleştirici, katalizör olarak kullanıldığı belirtilmektedir. Dolayısıyla, anti-semitizm, totalitarizmin ortaya çıkışında asıl değil fer-i faildir.

9.    Arendt, Siyonistlerin ebedi anti-semitizm fikrini, yani anti-semitizmin her zaman var olduğunu ve sonsuza kadar var olacağı düşüncesini kabul etmez. Modern semitizmle din kaynaklı Yahudi nefreti birbirinden faklıdır. Yahudilerin iktidarsızlığından hareket ederek, onların modern politikada oynadıkları rolü günah keçisi olmalarına bağlayan hipotezi de yanlışlar, çünkü bu kurama göre, başka bir grubun Nazilerin nefret nesnesi olması mümkündür, ayrıca bu kuram kurbanın masum olduğu düşüncesini içinde taşır. Diğer kabul etmediği, anti-semitizmin rastlantı eseri Nazilerin politik ve ekonomik çıkarları için kullandıkları bir bahane olmasıdır.

10.    Arendt, Nazi ve pan-hareketlerinin anti-semitizm altında Yahudilere duydukları hayranlığın ve onları taklit etme isteği yattığını belirler. Nazilerin ırksal üstünlüğü Yahudilerin seçilmiş ırk olmasına benzer. Yahudilerin, pan hareketlerin özendiği gibi kendilerini sınırlayan bir ülkeleri ve devletleri yoktur. Siyon Bilgelerinin protokollerine göre, gizli emellere sahiptir ve bu emellerine ulaşmak için entrikalar peşindedir. Yahudilerin sıralanan sözde özellikleri gerçekten de Nazilerin duyduğu büyük güce gönderme yapmaktadır.

11.    Arendt, Yahudilerin felakete uğramaları açısından merkezi duruma sürüklenmelerini ulus-devletin kaderiyle paralel bir biçimde ele alır. Zengin Yahudiler, ulus-devletlerin ortaya çıkışına finansal destek sağladıklarından, ulus devletle özdeşleştirilmişlerdir. Ulus -devlet yapısı on dokuzuncu yüzyılın sonunda saldırıya uğrayınca ise Yahudiler politik statükonun temsilcisi kabul edildikleri için saldırıya uğramışlardır. Aynı zamanda, bu dönemde sermaye aşırı ölçüde arttığından artık Yahudi sermayesine gereksinim duyulmamaktadır, böylelikle Yahudiler uluslararası finansör ve politik arabulucu rollerini kaybederek savunmasız duruma düşmüşlerdir. Yahudilerin gerçekteki zayıflıklarıyla düşmanların gözündeki, dünyayı ele geçirmeye hazırlanan azılı halk imgesi tamamen birbirine zıttır.                       
12.    Arendt’e göre antsemitizmin ortaya çıkışlarından bir diğeri, Avrupa Yahudilerinin politik deneyiminden ve politik direnme gücünde yoksun oluşlarıdır. Yahudiler arasında sosyal sınıf atlayarak Yahudi olmayanlar arasında kendini kabul ettirmek yaygın bir hal almıştır. Bu aynı toplum üzerinde öne geçme arzusu, aynı toplum içerisinde eşit haklara sahip olma mücadelesinin önüne geçmiştir. Bu kavramlar eşiğinde, aslında anti-semitizmin ortaya çıkışında Yahudilerin rolünü vurgulamaktadır.

13.    Totalitarizmle ortaya çıkan pratikler bugün bütün geleneksel   dışındadır ve önceden edinmiş siyasi düşünce ve ahlaki yargı standartlarını paramparça etmektedir. Totaliter hareketler sınıfları değil, kitleleri örgütlemeye çalışır, çünkü sınıf yapısına dayanan politik anlayışlar toplumsal sınıfın üstünde politika yaparlar, oysa totalitarizm insanların çıkarlarından arındığı bir yapıyı ifade eder. Büyük bir nüfus yapısına sahip olmayan ülkenin totaliter hareketler arkasındaki kitlenin sayısal desteğine ihtiyaç duyar. Nazilerin savaş başındaki zalimlikleri Rusların gerisinde kalmıştır.  Alman halkının nüfusu yeterli değildir.  Ancak savaş sırasında büyük nüfuslu yerleri işgal etmesi ve toplama kamplarının kurulması sonucunda Almanya geçek bir totaliter yönetime sahip olmuştur.

14.    Arendt için modern politikada Machiavelli’den beri çıkarın önemi vardır. Kitle toplumun çıkardan arınmış hali, toplumsal ilişkilerden izolasyonu doğurur, totaliter propagandanın etkisine açık hale gelirler. Berktay ‘’Gerçek bireysel kimliğin yok olduğu bu toplumda, kişilerin bir yerlere ait olma arzularını, üyelerden mutlak itaat ve sadakat talep eden totaliter hareketler karşılar. Bunlar kitle insanına bir yapı ve aidiyet kazandırarak onu demirden bir bağ ile kendilerine bağlarlar’’

15.    Kitleler çıkarsızlığı, Nazilerin nasıl olup da önemli sanatçı ve entelektüellerinin desteğini aldıkları cevabını vermektedir. Avrupa elitlerinin burjuva toplumuna karşı nefreti, burjuva toplumunu yıkmayı vaat eden Nazilere destek vermelerine neden olmuştur. Burjuvazinin ikiyüzlü ahlakına karşı şiddeti ve zalimliği açıkça destekleyen totaliter liderlerin sözde dürüstlüğü, elitlerin bu hareketlere destek verme sebebidir. Arendt, totalitalizmin hareketli yapısının yalnızca ayaktakımına ve elitlere çekici gelebileceğini, Kitlelerin ise propaganda yoluyla kazanılması gerektiğini belirtir. Burada önemli olan, kitlelere asla yanılmayacak, her zaman, her şartta doğrulanacak bir cennet vaat etmektir. Propaganda sayesinde kitleler dış dünyanın gerçekliğinden totaliter yönetiminin kurgusal dünyasına geçiş yaparlar. Totaliter hareketlerin yaptığı endoktrinasyondur. Endoktrinasyon ve terör birleştiğinde totaliter hareketlerin dış dünya ile bağlantıları kopar.

16.    Dünyayı Yahudilerin ele geçirdiği, emperyalistlerin bütün dünyayı yönettiği, Masonların bütün kötülüklerden sorumlu olduğu, ya da 300 ailenin her şeye sahip olduğu yollu propagandaların saçmalığı gerçeklerden kopukluluğu ortadadır. Kitleleri kendilerinin bir parçasını oluşturdukları sistemin tutarlığı ikna edebilmektedir.

17.    Totaliter yöntemler, eylem ve organizasyon bakımından bakıldığında, tamamen yeni bir olgudur. Kuramsal olarak hiçbir yenilik getirmemişlerdir. Ne Hitler ne de Stalin ardında ciddiye alınacak bir kurum bırakmıştır.

18.    Hareketin katmanları içindeki herkes lider tarafından atanırken, aynı zamanda onun yürüyen, kanlı canlı bedenidir. Adolf Eichmann’ın zihninde var olan, Kant’ın çarpıtılmış kategorik emri ile liderin örgütlenme içindeki yerini göstermektedir.  Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisini okuduğunu ve hayatını Kant’ın kategorik emrine göre düzenlediğini belirtmiştir. Nihai çözümü uygulamakla görevlendirildiği Kant’ın ilkelerine uygun yaşamayı bıraktığını belitir. Arendt’in belirttiği gibi, Kant’ın felsefesinde kişinin eylemlerini formüle ederken dayandığı kaynak akıldır, fakat Pratik akıl Eichmann’ın gündelik kullanımında Führer’in iradesine indirgenmiştir.

19.    ‘’Bir gün gelecek Almanya’da hukukçu olmak utanılacak bir şey kabul edilecektir’’ Hitlerin sözü.

20.    Totaliter tahakkümün amacı toplumu değiştirmek değil, insanın doğasını değiştirmektir. Toplama kampları bu işlevin test edildiği, insan doğasının değiştirilmeye çalışıldığı laboratuvarlardır. Bu konu yalnız Yahudileri ilgilendirmez, tüm insanları ilgilendirmektedir.

21.    Batı felsefe geleneği kötülük kavramını gerektiği gibi ele almamıştır, aynı eksiklik Hıristiyan ilahiyatı açısından da geçerlidir. Zira dinlerin kötü imgesini çağrıştıran şeytan da meleklerden biridir. Arendt, düşünürlerin kötülüğü ele alışlarını iyilik üzerinden yapmalarını yadsımaktadır.  Ne Tanrı ne Evren ne de Tarih içinde kötülük barındırır. Arendt Hegel ve Marks’ın diyalektik anlayışını eleştirirken, bu önyargıyı dile getirir ‘’ Şer hayrın menfi tarzından biri değildir, şerden hayır çıkabilir, kısacası şer, kendini gizleyen geçici bir dışavurumundan başka bir şey değildir’’. Ne var ki, Geist’la gerçekliğin eşitliği ve kötülükle iyiliğin uyumlu ancak radikal kötülük ortaya çıkana kadar gerçekliğini koruyabilir. Arendt’in sözleriyle ‘’Kim toplama kamplarının gerçekliğiyle kendini bağdaştırmaya cesaret edebilir ya da tez-antitez-sentez oyunu oynayarak buradan bir anlam çıkarabilir’’.

22.    Batı felsefesi geleneğinde sadece bir düşünürü kötülük üstüne düşünmek açısından diğerlerinden ayırdığı kişi Kant’tır. Kant, radikal kötülük kavramını Aklın Sınırları İçinde Din adlı kitabında ele alır. Kant kötülüğü kavram olarak ortaya koymuştur, fakat bunu gerçeklendirebilecek somut deneyimden yoksun dur. Bu kötülüğü ‘’Sapkın ve Hastalıklı İrade’’ kavramını koyarak rasyonilize etmiştir.

23.    Arendt’e göre radikal kötülük insanların fuzuli hale getirilmesidir. Belli bir süreç içinde ortaya çıkar. İnsanlık Durumu kitabında ‘’ İnsan doğası ya da insanlığın özü ancak Tanrı tarafından bilinebilir. İnsanlar ise kendi gölgelerini aşarak kendi özlerini keşfedemezler’’. Mülteciler bütün dünya ülkeleri arasında fuzuli insanlardır ve ortadan kaldırılmaları kimseleri rahatsız etmemektedir.

24.    Toplama kamplarında son halini bulan mutlak tahakküm sürecine giden yoldaki ilk aşama, insanların hukuki-politik kişiliklerinin yok edilmesidir.

25.    İkinci aşama yaşayan cesetler haline getirilerek ahlaki kişiliklerinin yok edilişidir. İnsanlar arkadaşlarına ihanet etmek ile eşlerinin ve çocuklarının öldürülmesi arasında kaldıklarında yapacakların seçimin herhangi bir önemi kalmaz.

26.    Raul Hilberg, Yahudilerin yok edilmesindeki süreci şöyle tanımlar: a) Belli bir grubun tanımlanması b) Boykotlar, c) İşten çıkarmalar, Zorla çalıştırma d). Mülklere el konması e). Belli coğrafi alanlara bu kişilerin toplanması.

27.    Diğer ülkelerin Yahudi mültecileri geri çevirmesi Holokost’un gerçekleşmesindeki en önemli nedenlerden biridir. Yapılan katliamın sadece tek bir ülkenin çılgınlığına indirgemenin ne kadar yanlış olduğunun göstergesidir. Olay bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşmiştir. Maalesef Türkiye’nin bu konuda sorumluluğu bulunmaktadır. (Corry Guttstadt Türkiye-Yahudiler- Holokost ) . Tek tek istisnalar mevcuttur. 

28.    Japon konsolosu Chiune Sugihara (10.000 vize düzenlemiştir. Yarısı hayatta kalmayı başarmıştır).

29.    Toplama kamplarında ölümle yaşam arasında gidip gelen, bireysellikleri ortadan kaldırılmış, insana benzeyen ama bildiğimiz anlamda olmayan varlıklara verilen ad Muselmann dır. (Mankurt.Cengiz Aytmatov ‘un romanı ‘’ Gün Olur Asra Bedel ‘’  Bu konu çok güzel işlenmiş. Erdemir notu). Ayrıca Pavlov’un deneylerdeki köpeklere benzeyen varlıkların cisim bulmuş halidir. Kitap: Köpek Kalbi. Bulgakov. Erdemir notu.) 

30.    Arendt’e göre Yahudilerin ortadan kaldırılması, binlerce yıllık Yahudi halkının ortak dünyamıza karşı perspektifin, zenginliğin ortadan kaldırılmasıdır. Bütün politik görünümleri ortadan kaldırıldığı için insanlığa karşı işlenen suçtur.

31.    Raphael Lemkin farklı ulusların dünya kültürüne yaptığı katkıyı vurgular. Yahudiler Einstein, Spinoza; Polonyalılar Kopernik ve Curie; Çekler Huss ve Dvorak, Yunanlılar Platon ve Sokrates; Ruslar Tolstoy, Shostakovich. Uluslar hukukun gruplara (etnik, ulusal, ırksal, dini) karşı işlenen suçları cezalandırması gerektiğini bildirir. Neticede, soykırım sözleşmesini ortaya çıkaran metin böyle oluşmuştur. Belirli bir grubu yok etme niyetiyle ortadan kaldırmak. 

32.    Lemkin fazlasıyla kültürü temel almaktadır.  Arendt, insan grupları sadece kültürel temelde değerlendirilemez. Dünya kültürüne katkıda bulunmayan ülkelerin durumu ne olacaktır. İnsan grupları, etrafını insanileştirdikleri oranda değer kazanırlar.

33.    Arendt, insanların değerini çoğul halde yapılan eylemde bulması ve bu çoğunluktan neşet eden eylemi bireysel temelde formüle etmesi, bahsedilen suçların teorik temellendirmesi için sağlam bir zemin teşkil eder.

 Kitap: Şiddet Üzerine  (İletişim Yayınları)
Şiddeti, sözle yanyana gelmeyecek, sözün/ konuşmanın karşısına çıktığında onu çaresiz bırakacak bir olgu olarak mesele ediyor. Bu özelliğiyle şiddet, politika dışıdır, politikayı dışlayıcıdır. 20.yüzyılda şiddet en ağırlıklı politik olma eğilimi içindedir. Tarihin en eski fenomenlerinden  biri olan savaşın ve modern çağın bir ürünü olan devrimin güncelliği şiddeti her zamankinden daha fazla hissedilir kılıyor. Arendt bu parodoksu kitabında tartışıyor. Önce savaş ve devrim olgularını şiddet açısından kıyaslıyarak, sonra çağımızın önemli devrimlerinin ve onların temel ilkelerinin şiddetle ilişkisini yorumlayarak yapıyor. Devletin ve iktidarın şiddetle tanımlanması, düşünsel açıdan çağımızdaki şiddet üretimini artıran nedenlerden biri. Bunun yanısıra Arendt, insanca bir tepki olan şiddetin bir ‘’insan eylemi’’ olarak savunulup savulanamayacağını sorguluyor. ‘’Şiddetle değişen bir dünya, ancak daha çok şiddetin var olduğu bir dünya olur.’’   ‘’Terrör’’,  ‘’teorizm’’,  ‘’ şiddet’’ kavramlarının büyük bir yaygınlıkla ve tehditkarlıkla kullanıldığı günümüzde bu eserin özel bir değeri var.   

Kitap: Sivil İtaatsizlik (Ayrıntı Yayınları)   (Kamu Vicdanına Çağrı)
H.Arendt, R.Dworkin, J.Habermas, M.L.King, H.Saner, H.d. Thoreau
Haksızlıklara karşı bütün yasal yolların tükendiği noktada kamu vicdanına çağrıyı amaçlayan bir eylem türü.  ‘’Onur’’dan haberdar olan insanların daha vahim felaketlerin önüne geçmek için başvurabilecekleri bir çare. Kendisiyle vicdani hesaolaşmasının sonunda giriştiği ‘’demokratik bir isyan’’ türü. İdeolojik birliğe gerek yoktur. Ana ilkeleri (haksızlıklara karşı çıkmak, yalan söylememek, sahtekarlık yapmamak, sözümüzü tutmak….) Politik ve hukuki sorumluluk üstlenilerek kamu vicdanını kıpırdatmayı hedefleyen, şiddet içermeyen, mevcut yasal yollar tükendikten sonra başvurmak zorunda kalınan, bu nedenle yasadışı ama meşru eylem biçimidir. Bu kitaptaki ‘’Gandhi’nin Çatışma Normları’’na dikkat (isteyenlere iletebilirim).

Kitap: Kötülüğün Sıradanlığı (Metis Yayınları)
Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann’ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguluyor. Eichmann duruşmasından yola çıkarak, insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini ve bu dönemde yaşanan toptan ahlaki çöküşü gözler önüne seriyor.


 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt