×

Doç Dr. Vural Yiğit'in Kitapları



Doç Dr. Vural Yiğit'in Kitapları 

Değerli yazarlarımızdan Doç. Dr. Vural Yiğit'in yayınlanan kitapları için içtenlikle tebrik eder, başarılı çalışmalarının devamını dileriz.

Sabri Günaydın 


Kitapların tanıtım bilgileri aşağıdadır. 
 
“Büyüklere küçük öyküler” adlı bu kitaptaki ‘Küçürek öykülerin’, en belirgin özelliği anlatılmak istenilen olay örgüsünü kısa şekilde ifade etmesidir. Dünya edebiyatında bu tür yazınsallar, “flash fiction”, “short-short story”, olarak tanımlanmaktadır. Türk edebiyatında ise “anlık kurmaca”, “minimal öykü”, “öykücük”, “kısa kısa öykü”, “sımsıkı öykü”, “kısa kurmaca”, “minik öykü”, “mini öykü”, “mesel” gibi terimler kullanılır.

Küçürek öyküler; düşünülen kurgunun en kısa ve net şekilde aktarılmasıdır. Kısa olmaları sayesinde, özellikle davranış değiştirme ve doğru düşünceleri aşılama konusunda, yetişkinlerin ve çocukların psikolojik ve ruhsal gelişimine büyük faydalar sağladığı söylenir.

Küçürek öykü yazımında; anlatılacak olan metin kısa ve yoğun şekilde, mantıklı bir olay örgüsüne sahip olmalıdır. Burada; serim, düğüm ve çözüm beklenmez ve öykünün sonunun okuyucular tarafından hayal gücüyle devam ettirilmesi amaçlanır. İmgeler, simgeler ve betimlemelerle süslenir.

 
Gelmiş, geçmiş zaman öncesinde, Dünya’da yalnızca biz vardık. Yaşamı da biz başlattık diyebiliriz. Toplu olarak her yerde bulunuruz ama aslında bağımsız, küçük birer bireyiz. Çabucak ve hızlıca çoğalır, kısa sürede salgın halinde yayılırız. Gücümüz biraz da görünmez ve bilinmez olmamızdan gelir. Kendimizi gizlemeyi çok iyi biliriz. Diğer canlılar bizi göremez, onun için de önemsemez. Aslında varlığımızdan kimsenin haberleri yoktu milyonlarca yıldır. Sonradan iki ayaklı dik yürüyenler, yani sizler bizi fark ettiniz. Ardından aramızda bir savaştır başladı. Nedeni de ortalığa hastalık yayarak, ölümlere yol açıyor olmamız. Oysaki bu Gezegende herkesin yaşama hakkı var değil mi? Biz de dirim için varız. Bizim amacımız hiçbir canlıyı hasta veya yok etmek değil. Kendi varoluş amacımız doğrultusunda, yaşamak ve türümüzü devam ettirmek için uğraş veriyoruz. Bütün yaptığımız da bu. Aslında insan genleri de bizim gibi ayni özü ve yapı taşlarını içeriyor. Yani ister inanın, ister inanmayın ayni ortak atadan gelmekteyiz. Sizin evrim dediğiniz varoluş öyküsünün temelinde biz de varız. Kısacası, her yerde; Havada,  toprakta, okyanusta, hatta yeraltında, soğuk, sıcak, kurak sulak, çayır çimen her ortamda varız. Yeter ki orada her canlının yaşam kaynağı olan su ve gerekli ortam bulunsun.




 
Osmanlı Devleti ile Amerika A.B.D.ilişkileri, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan 500 yıl, Amerika'nın bağımsızlığına kavuşmasından ise 10 yıl sonra başlar. 1795 Trablus Sözleşmesi'ne göre Amerika, Osmanlı'ya Akdeniz'de gemilerinin korunması karşılığı, 20 yıl boyunca yüklü bir haraç ödemiştir.

1850 yıllarına gelindiğinde Amerikan Devleti komşusu Meksika ile savaş halindedir. Çöl ve kurak olan bu bölgede, develer olmadan savaşı kazanamayacağını ve bölgeyi kontrol edemeyeceğini kısa zamanda anlar. Bunun için deve temini gereklidir. Amerika kıtasında bulunmayan develerin edinimi için önce kendi başkanını ikna eden Amerikan Ordusu, daha sonra Osmanlı Padişahı 1. Abdülmecid'in iradesini de almak zorunda kalır. Deve temini amacıyla senatodan, 30.000 dolar bütçe çıkaran genç Amerika Cumhuriyeti, US Supply adlı bir yelkenli gemiyi Osmanlı topraklarına yollar. O zamanlar bir Osmanlı toprağı olan Ürdün'ün, kervan geçer çöllerinde başlayan hikâyemiz, Amerika'nın Batısına kadar da uzanıyor.

Osmanlı'nın Ege'deki başlıca ticaret limanı olan İzmir'den, bu kez deniz yolculuğuna çıkan develerimiz, Okyanus aşarak, kovboylar diyarı Teksas'ın İndianola Limanına varıyor. Arizona ve Kalifornia'nın çöl bölgelerinde dolaşan İzmir'li develerin başında, Hacı Ali adlı bir Osmanlı vatandaşı vardır. Bu kıtaya gelince adı Hi Jolly oluyor ve Amerikan ordusunda kervan sürücü, izci, postacı olarak 30 yıl görev yapıyor.

Ürdün'de Petra, Suriye'de Şam ve Sayda kentleri, İzmir'de Kemeraltı ve Kervan Köprüsü, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı gibi yerlerde geçen olaylar; Osmanlı-Rus Kırım Harbi, Amerika'da Meksika savaşı ve İç savaş, California-Arizona Kervan Yolu (Araba Yolu) keşifleri, Vahşi Batıda altına hücum, Los Angeles, San Francisco, Sacremento gibi yerlerde devam ediyor. Ve Arizona Çölü'nde, Quartzsite adlı küçük kasabadaki, anıt mezarda son buluyor. Bununla kalmayıp, “Kızıl Hayalet” adı verilen devenin sürücüsü olarak efsanelerde günümüze dek yaşıyor. Adına besteler yapılıyor, Festivaller düzenleniyor ve Vahşi Batı'nın unutulmaz kahramanlarından biri oluyor bizim Hacı Ali, yani nam-ı diğer Hi Jolly. Diğer hikâyelerin aksine, burada geçen olaylar, yerler ve kişiler ise tamamen gerçek.

 


 
1912 Balkan Savaşı sonrasında Yunanistan ve Makedonya'da, 500.000 civarında Müslüman nüfus yaşamaya devam ediyordu. Özellikle, Selanik, Kavala, Üsküp ve Drama çevrelerindeki yerleşimler, diğer yerlere oranla daha fazlaydı. 1913-1915 yılları arasında, Yunanistan topraklarında Müslüman nüfus hızla azalmaya başladı ve yaklaşık yüzde 30'una yakını, Anadolu'ya gitmek için yaşadığı yerlerden ayrıldı. Savaş sonrasında, Yunanistan'ın idaresi altına giren Makedonya ve Epir'den Osmanlı topraklarına göç eden Müslüman nüfus 200.000'den fazlaydı ve çoğunlukla Anadolu Yörükleri ile Konya'dan göç eden, Bektaşi ve Mevlevilerden oluşuyordu. Hepsinin ana dili Türkçeydi ve Anavatandan uzakta, yüz yıllardır, gelenek ve göreneklerini sürdürerek yaşatmaktaydılar. Ege Adalarında yaşayan Müslümanlar ise ataları yine Anadolu'dan gelen Türklerdi.

1923 yılında Lozan Barış Antlaşması'na ek olarak yapılan sözleşme uyarınca gerçekleşen, “Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi”, Ülke vatandaşlarının din esasına dayalı, zorunlu yer değiştirme olayıdır. Anlaşma öncesi ve sonrasında göçe tabi tutulan kişilere ise Mübadil denildi.

Mübadele ile 1.200.000, Ortodoks Hristiyan Rum, Anadolu'dan Yunanistan'a; 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan'dan, Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştı.

Anadolu ve Trakya'nın çeşitli yerlerine yerleştirilen Müslüman Türkler, göç sırasında ve sonrasında pek çok acıları yaşadılar ve genellikle bildikleri ve yaptıkları işleri sürdürmeye devam ettiler. Yeryüzünün bu en büyük göç olgusunun sayılardan daha çok, yaşananların birer öyküsü olarak bilinmesi ve anılması gerekiyor. Sonraki kuşak Mübadiller ise bunu başarılı olarak sürdürüyorlar.
 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt