×

Işığın Tedavi Amaçlı Kullanımı: Araştırma Güncellemesi Yazı Dizisi-1


Işığın Tedavi Amaçlı Kullanımı: Araştırma Güncellemesi


Yazı Dizisi-1


Metin: Anadi A. Martel


Profesyonel aydınlatma tasarımcılarının, ışığın sağlığımız ve kendimizi iyi hissetmemiz üzerinde derin etkileri olabileceğini anlamaları gerekir. Işık, çoğu eski kültür toplumlarında tedavi amaçlı kullanılırken, 21. yüzyılın başından beri ışık tıbbı alanında araştırma faaliyetlerinde belli bir kıpırdanma görülüyor. Yıl içinde binlerce makale yayınlanıyor. Bu noktada, aydınlatma tasarımcılarının belli ilgi alanlarına göre uyarlanan ışık terapisi alanında bazı güncel araştırma çalışmaları konusunda kısa bir güncelleme var.

Güneş ışığı en önemli enerji kaynağıdır ve dünyadaki tüm yaşamı sağlar. Bu nedenle güneş ışığının insan sağlığı üzerinde etkisi şaşırtıcı değildir. Işığın tedavi aracı olarak kullanımı, insanlık tarihi kadar eskidir ve eski Mısır, Hint, Yunan metinlerinde bahsedilmektedir.

Güneş ışığı Antik çağda helyo terapi olarak hem en saf şekli hem de değerli taşlar ve diğer renkli malzemeler ile tıpta önemli bir yardımcı araç olmuştur. Güneş ışığının rolü Batı’da yüz yıllarca dikkate alınmamıştır, çünkü Hristiyanlık helyo terapiyi bir tür güneşe tapma olarak görmüş ve batıl inanç olarak yasaklamıştır. Ancak 19. yüzyılın sonuna doğru insanlar tekrar güneş ışığı ile ilgilenmeye başlamıştır. Bu dönemde ışık tıbbına büyük saygı gösterilmiş, 1903 yılında Nils Ryberg Finsen’e tıp dalındaki ilk Nobel ödülü verilmiştir. Bu ödülün arkasındaki öncü çalışma foto terapi alanında yapılmıştır. 1930’lu yıllarda keşfedilen antibiyotiğin geniş kullanımı ile ışık terapisi tekrar bir “tıbbi batıl inanç” olarak görülmüş ve ikinci bir önemli keşif yapılana kadar gelişime uğramamıştır.

Beden için ışık: Tıbbi Uygulamalar



İlk keşifler ışığın; hücreler içindeki metabolik süreçleri sağlayabildiği ve üstelik bu işlemi bir dizi biyo-kimyasal karmaşık süreçlerle yaptığı belirlenmiştir. Tüm bunlar bu alanda çalışan en önemli araştırmacı, Prof. Tiina Karu tarafından foto-biyo modülasyon olarak adlandırılmaktadır. Prof. Karu insan hücrelerindeki minicik yüksek enerji tüketimli mitokontrileri, çoğunlukla kırmızı ve enfraruj alanına yakın ışık frekansları ile sınırlı ışık simülasyonlarının ana alıcıları olarak tanımladı. Bu bilgi “Low-Level-Lasertherapie / LLLT” olarak adlandırılan düşük seviyeli lazer terapisi başlıklı yepyeni bir araştırma alanına yol açtı. Termal olmayan lazer ışık enerjisi sinir hücreleri ve yumuşak doku hücrelerini yenilemek üzere tedavide kullanılıyor.




Artık LLLT giderek daha fazla kabul görüyor. Dünya çapında foto-biyo modülasyonun temel hücresel süreçlerine yönelik araştırmalar artıyor ve farklı renkleri belli etkileri keşfediliyor. Örneğin, mavi ışık akne tedavisinde, sarı-turuncu ışık cildi germede, kırmızı yaraları iyileştirmede, enfraruj eklemlerin yükünü almada kullanılıyor. Son yılların en ilginç gelişmelerinden bir başkası da transkranyel ışık terapisi. Bu terapide beyin hücrelerinin iyileşmesi için enfraruj ışığı kranyum içinden veriliyor. Aynı tedavi enfarktüs, demans ve depresyon gibi bulguları da azaltabilir.


İkinci önemli keşif ise ışığın, hormon sistemimizi önemli ölçüde etkileyecek ancak görünmeyen büyük etkileri olmasıdır. Bunlar göz sinirinden ayrı görülmelidir. Göz siniri gözden, büyük beyinde primer görsel kortekse kadar görme sisteminin birbiri ile bağlantısı olan nöronlar zinciridir. Işığın görünmeyen görsel etkileri olabileceği yüz yıllardır tahmin ediliyordu. Ancak, 2000 yılında foto reseptörlerinin yeni bir türü olumlu olarak tanımlandı. Bunlar melanopsin proteinini salgılayan ve vücutta biyolojik reaksiyonlara neden olan iPRGC’lerdi (Intrinsic Photosensitive Ganglial Cells). Melanopsin önce Invertebraten içinde tanımlandı ve sonra memeli hayvanlar yerine omurgasız hayvanlar ile ilişkilendirildi. iPRGC’ler doğrudan hipotalamus’a bağlı ve hem melatonin düzeyimizi hem de zirkadyan ritmimizi etkiliyor. Mevsime bağlı depresyonların tedavisi için buradan “Bright-Light-Therapy” terapisi ortaya çıktı. Bu uygulama bugün herkes tarafından “ışık terapisi”olarak algılanıyor ve bu şekilde kabul görüyor. Bu bulgu aydınlatma tasarımcıları için derin sonuçlar doğurdu. Artık aydınlatma planlamaları ve tasarımları sadece ekonomik ve estetik unsurları dikkate almayacak aynı zamanda sağlığımızı da etkileyecekti. Oturma odalarındaki ışık içindeki mavi miktarı, renk ısısı (Grad Kelvin) olarak ifade edilerek tasarımın kilit unsuru yapıldı. Genelde aslında her şey açıktı: Öğleden önce ve öğle saatlerinde uyanıklık halini sürdürmek için yüksek renk ısısı (5.000 Grad Kelvin) ve akşamları, günün ritmini tamamen yok etmemek için düşük renk ısıları (3.000 Grad Kelvin’den daha az, sarımsı bir renk) kullanıldı.



Son 10 yıl içinde ışığın görünmeyen etkileri konusunda bir hayli yazıldı çizildi. Bu konu ile ilgili olarak yıl içinde yüzlerce araştırma çalışması yayınlanıyor ancak bunlar konunun sadece olağanüstü karmaşıklığının altını çiziyor. Yukarıda bahsedilen genel tavsiyeler aslında geçerliliğini korumaya devam ederken 2010 yılından itibaren giderek daha fazla şüphe oluştu.

Birkaç yıl önce alanında tanınmış 14 araştırmacıya “ışığın melanopsin yaşında ölçümü ve uygulanması” konusunda görüşleri soruldu. Onlar da şu sonuca vardılar: Basit kurallar büyük bir olasılıkla yararlı olduklarıkadar zarar da veriyorlar. Ve hatta en iyi uygulamalardan bahsedildiğinde belli koşullar altında uzmanlar da farklı görüş bildiriyorlar. Bugünün karmaşıklıkları çok çeşitli. Kendi melanopsin pigmentine tepki olarak görünmeyen iPRGC’ler de görsel foto reseptörlerden – çubuk ve koniler – iletiyorlar. Ortaya çıkan ışığa olan zirkadyana hassasiyet, artık hem görünen hem de görünmeyen uyarı ve sinyalleri birbirine bağlayan karmaşık bir ağ olarak görülüyor. İlk model, 460 nanometrede (nm) bir melatonin baskılamasına göre ayarlanıyor. Bugün zirkadyan hassasiyetin tayfı farklı, lineer olmayan modellerle tarif ediliyor. Burada 490 nm ile bir ucun ortalama kayması söz konusu. Bugüne kadar beş farklı adede kadar iPRGC tanımlandı. Her biri kendi hareket tayfına ve dentritik ağ yapısına sahip. Farklı iPRGC türlerinin ve de “geleneksel” çubuk ve konilerin çok önemli dereceli farklı tepki hızları, retinanın sinir düğümleri hücre matrisi içinde karmaşık zamansal ve alansal dinamiği olduğuna işaret ediyor. Görünen ve görünmeyen sistemlerin açık bir şekilde birbirinden farklılaştırılması artık geçerli değil. iPRGC’lerin hipotalamusun üzerinde etki ettiği ve görme için önemli olan tüm beyin alanlarına etki ettiği tahmin ediliyor. Buna göre bunlar görsel algının unsurlarını da etkiliyor. İç saatimiz, zirkadyan ritim renk ısısı değeri değil gerçekten daha çok gün doğumu ve güneş batımındaki renk ısısının yoğun çeşitleri ile kumanda ediliyor ki tüm bunlar “İnsan Merkezli Aydınlatma Tasarımı” üzerinde geniş sonuç doğuruyor. Eğer tüm bunlar size biraz karmaşık geliyorsa, kendinizden şüphelenmeyin. Çünkü yalnız değilsiniz…

Bundan sonraki yazımız  "Işık Hijyeni:LED Uyuşmazlığı "  ile devam edilecektir.

Haber Kaynağı: https://pldturkiye.com/isigin-tedavi-amacli-kullanimi-arastirma-guncellemesi
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt