×

“Bekir Bey”ler Yok Oldu



“Bekir Bey”ler Yok Oldu

Avni Gündüz


Üniversite bitmiş ve PTT’de işe başlamıştım. 1976-31 Mart. Boş bir masa ve muşambaya benzer altlık kaplamalı bir sandalye verdiler. Doğal olarak önce odadakilerle tanışma faslı başladı. Sonra gelen gidenlerle “Hayırlı Olsun” temennileri. İlk gün ne yapılır? Daha bir ay önce hesap kitap, diferansiyel, türev vb konularla uğraşırken bir anda bunlarla ilgili hiçbir şey sorulmayan bir ortam. Ne tür işlerin kimler tarafından yapıldığını “keşfetmeye” çalışıyorum. Bir hafta böyle geçti.

İkinci hafta asansörlerden çıkınca tam karşıda olan geniş bir salona taşındım. Altı masa var. İkisini yeni mezun olan bir makine mühendisi ile bana verdiler. Diğerlerinde deneyimli abilerimiz var. O yıllarda hemen her şey el ile yapılıyordu. Hesaplamalar FACİT ile, yazı taslakları ve çizimler el ile.
 


Alt katlarda 8-10 tane daktilo ve başlarında “şerif taytıs” benzeri bir kadın vardı. Yazılar ona teslim edilir, o da daktilograflara dağıtırdı. İşin acil sınıfına girebilmesi ancak sempati yoluyla veya daire başkanının emriyle mümkündü! 
 

İlk şaşkınlığım, durup dururken zeminde bir yerde bulunan ambardan çağırıp ceket, battaniye, portatif karyola/yatak, battaniye, ayakkabı vb vermeleri oldu. Dağlardaki verici istasyonlarına gidersem gerekli olabilirmiş. Daha masaya bırakılan çeşitli tip ve markalara ait generatör kataloglarını inceleyip detay öğrenemiştim. Dağlarda ne işim olabilir? Yine de eşyaları şoför Hacettepeli vasıtasıyla eve götürdük tabii. Bu arada branda ile arkası kapatılmış kamyonetin bizim bölüme ait olduğunu öğrendim.

Her türlü ödemeler muhasebe katındaki vezneden yapılıyor, ödeme elden yapılıp imza atılıyordu. Vezne en sonda idi ve ondan önce personel müdürünün odası var. Müdür Bekir bey geçerken seslendi; ”Evlat, ambardan malzemelerini aldın mı?” Dedi. Hemen herkes samimi davranıyor gibiydi ama bu ses babacan bir sesti. “Aldım efendim” dedim. Z kuşağı olsaydım daha “free” davranırdım ama o zaman öyleydi, saygılı olunuyordu.

Bekir beyle iki ay daha görüşme şansım olmadı. İki ay sonra vezne önünde maaş alma kuyruğundayız. Bekir bey birileriyle sohbet ediyor. Kuyruktakiler, Ankara’lıların sıkça yaptığı gibi yazın nereye gideceklerini, PTT’nin kamplarına başvurup yer çıkmadığını, torpillileri vb konuşuyorlardı. Ben yeniydim ve izin alma hakkım yoktu. Sesim çıkmıyordu. Dönerken Bekir bey odasından yine seslendi; “Evlat gelsene! “ . “Buyrun Bekir bey” dedim samimi ses tonuyla. Artık tanışığız ya.. “Sen tatil için hiç konuşmadın. Herkes bir şeyler söyledi” dedi. “İzin hakkım yok ki” dedim. “Olur mu? Tam on gün mazeret iznin var. Beş gün alırsın cumartesi pazarlarla dokuz gün yapar, bir yere gidersin”
 

Dragos PTT Kampı

O gün anlayamamıştım; Çalışanın haklarının yöneticiler tarafından geciktirilmeden ve kolaylaştırılarak verilince çalışılan yere olan bağlılığın artacağını. Aileden biri olduğunun hissettirilmesini. Askerlik sırasında ve daha sonra ESHOT Elektrik şebekesinde bazı kişisel kaprisler dışında da benzer şeyler olmuştu. Varsa hakkın veriliyordu.

Örneğin ESHOT elektrik şebekesine başvurum kabul edildiğinde de şebeke çalışanları yenilerin evine gidip “müjdeli” haberi veriyorlardı. Zat İşleri Müdürü (Personel) ilgileniyor, kişisel giysi ve malzemelerin için ambara çağrılıyor ve başka birimlerdeki kişiler sana gerektiğinde yardımcı oluyorlardı. Urla’daki kamp için araç verilip eşyalarının kampa götürülüp yirmi gün sonra tekrar evine getirilmesi sağlanıyordu. Bütün bunlar bana “normal” geliyordu. Ta ki şairin dediği gibi: “bizi güzel havalar bozdu”
 

Eshot Kampı Belediye Otobüsleri
 
Önce “sen şunu yapmıyorsun sana bu yok, sen şuraya gitmiyorsun, sana bu ödeme yok”. Derken daha önceden “çok” olmayan işler birden çoğalmaya ve izinler verilmemeye, servisler ayrılmaya, teknik elemanlar sıradanlaştırılmaya başlandı.

Hala o dönemdeki PTT’nin ve Elektrik şebekesinin bir parçası gibi hissederim kendimi. Şimdilerde sosyal medyada ne kadar başarılı ve mutlu olduklarının yazanları transfer oldukları kulüplerin formalarını öpen futbolculara benzetiyorum. Vatandaş olarak nerde işimiz varsa orada gittikçe yoğunlaşan bir şekilde, “ben bilmiyorum. Bizim kısım ilgilenmiyor veya sistem yanıt vermiyor” benzeri cümlelerle karşılaşıyoruz. Burası benim ekmek teknem ve en iyi niyetimle sahip çıkayım anlayışı kayboldu.

Galiba daha doğrusu; “Bekir Bey”ler yok oldu. 


 
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt