Ayıkla GDO 'nun Taşını
Ayıkla GDO 'nun Taşını
Kevork Benlioğlu
Bir süre önce ABD'den ithal ettiği pirinçlerde GDO tespit edildiği iddiası üzerine ithalatçı şirketlerin yöneticileri apar-topar uyuşturucu tacirleri misali yakalanarak emniyete götürülmüş ve ifadeleri alınmıştı. Tabi bu durum en çok fırsatçıların işine yaradı ve pirinç fiyatı yükseldi. Peki nedir bu GDO, denildiği gibi zararlı bir şey mi, yoksa yararları da var mı?
Tarih öncesinde insanların yaşamı göçebe şeklindeydi, küçük gruplar halinde hareket ederek avlarını takip ediyor ve topladıkları meyveleri yiyorlardı. Atalarımız tarım sayesinde yerleşik hayata geçince, o zamandan bu yana yetiştirdikleri ürünlere istedikleri özellikleri kazandırmak için çabaladılar. Bir başka deyişle bitkilere müdahale tarımın başlangıcından itibaren devam ediyor. Ancak bu müdahaleler son zamanlara kadar bitkilerin doğrudan genleri üzerinden olmamıştı.
DNA, bir organizmanın genetik şifrelerini yani genlerini taşıyan kısmı. DNA’nın varlığı 19. yüzyılın sonlarında hücre çekirdeği incelenirken fark edildi. Genleri DNA’dan ayırıp başka bir canlıya yerleştirilebilme tekniği ise yaklaşık 25 yıl önce keşfedildi. Genetik özellikleri değişmesi istenen canlının, başka bir canlıdan aktarılan genlerle elde edilen yeni haline, Genetiği Değiştirilmiş Organizma, yani kısaca GDO diyoruz
GDO Genetik Mühendisliğinin eseri
Günümüzde, genetik mühendisleri genleri, bir hücreden diğerine; hücrelerden birisi bitki, diğeri bir insan veya hayvan hücresi olsa da lego gibi nakledebilme yeteneğine sahipler. Yani bir canlı türünün doğal hayatta sahip olmadığı bir özellik, bir başka canlıdan gen aracılığıyla alınarak elde edilebiliyor. Tarım ürünlerinde verimi artırmak, ürünleri böceklerden ve ilaçlardan korumak gibi çeşitli amaçlarla genetik müdahaleler yapılıyor. Örneğin; mısıra zehir salgılayan bir bakteriden gen transfer edilerek, mısırın böcek öldüren zehir üretmesi ya da yabancı otları yok eden zirai ilaçlara karşı dayanıklı olması sağlanabiliyor.
GDO yararlı mı?
Yapılan araştırmalar sonucu, uzun raf ömrüne sahip ilk GDO’lu domates 1996 yılında raflardaki yerini aldı. Bunu mısır, pamuk ve patates izledi. Günümüzde domatesin aldığı suyu kaybetmemesi için kalın kabuklu olması, mısır ve pamuğun zararlılara, soyanın böcek ilaçlarına, kabağın da virüslere karşı dirençli olması için GDO teknolojisinden faydalanılıyor.
Gıdaların genetiğinin değiştirilmesi ile ilgili tartışmalar devam ediyor ancak GDO’lu ürünlerin yaşamımızdaki yeri pek de yeni değil. İnsülin geninin domuz ya da sığırlardan alınıp bir bakteriye aktarılmasıyla diyabet hastalarına insülin sağlanıyor. Tiroid ve büyüme hormonları genleri, hayvanlardan bakterilere aktarılıyor ve sonunda hormon eksikliği olan insanlara veriliyor. Şekersiz yiyeceklerde kullanılan tatlandırıcı “aspartam” maddesi de GDO’lardan üretiliyor. En önemlisi de hepatit B aşısı başta olmak üzere birçok aşının GDO’lardan elde ediliyor olması.
Ayrıca genetik müdahale ile daha bol ürün elde edilmesi de teorik olarak mümkün. Dünyamızın geleceği için son derece önem taşıyabilecek bir çalışma olan susuzluğa dayanıklı bitki geliştirme çalışmaları ise halen devam ediyor. Bu özelliklerinden dolayı, GDO’yu savunanlar, bunun dünyada artan gıda ihtiyacının karşılanması konusunda cevap olabileceğini düşünüyor.
GDO zararlı mı?
GDO teknolojisindeki gelişmeler ve bu tür bitkilerin daha yaygın olarak kullanılması ile birlikte GDO’lu ürünler hakkında tartışmalar da yoğunlaştı. GDO’lu ürünler, özellikle insan sağlığı ve çevreye etkileri konusunda eleştirilerin merkezine yerleşti. Konuyu sağlık açısından ele alan bazı bilim adamları, GDO içeren yiyeceklerin insan sağlığına zararlı olabileceğini savunuyor. Gen bitkinin içine yerleştirildiği için, onu tüketenlerin de risk altında olacağı, sağlık konusundaki eleştirilerde sık sık dile getiriliyor. GDO’ların hedef olan ürün hariç diğerlerinde nasıl bir etki yaptığı bilinmiyor. Zaman zaman bu gıdaların kansere yol açacağı iddiaları dil getirilse de bunun doğruluğunu kanıtlayan araştırmalar henüz doğrulanmış değil.
Fransa’da fareler üzerinde yapılan bir araştırmada, 13 ay boyunca GDO'lu mısırla beslenen farelerin vücutlarında kanserli hücreler oluştu ve hızla yayıldı. Protestolar dolayısıyla Fransa Parlamentosu, genetiği değiştirilmiş mısır üretimini yasaklayan yasa teklifini kabul etti.
GDO’lu bitkilere getirilen eleştiriler önemli bir bölümü de doğal çevreye olan etkileri ile ilgili. Karşıt görüştekiler, GDO içeren ürünlerin tohumlarının çevreye karışarak doğal ürünleri etkileyip yapısını bozabileceğini savunuyor. GDO’lu ürünlerin doğal ortama yayılıp yaygınlaşması sonucunda kuş ve böcek nüfusunun olumsuz etkilenmesi ve tüm ekosistemin çökme olasılığı da dile getirilen bir başka eleştiri. GDO’lu ürünlerin biyoçeşitliliği tehlikeye sokacağı ve biyolojik kirliliğe neden olacağı da yaygın endişeler arasında.
Tartışmanın bir başka boyutu da ekonomi temelli. Bugün GDO’lu gıda üretimi birkaç şirketin tekeli altında. Geleneksel tarımda kullanılan bitkilerin tohumlarıyla bir sonraki yıl yeniden ürün alınabiliyor. GDO’lu tarımda ise bu mümkün değil, üreticiler firmalardan her sene tohum almak zorunda. Eleştirilerin ticaret ve etiğinde kesiştiği bir konu da patent konusu. GDO’lu bitkilerin patentinin neredeyse tamamı şirketlerin elinde bulunuyor. Tüm insanlığa ait olan bir materyal olan DNA’nın özelleştirilmesi endişe ve tartışma kaynağı.
Hangi Yiyecekler GDO'lu?
Özellikle mısır ve soya dünya çapında çoğunlukla GDO’lu olarak üretiliyor. Ben mısır ve soya yemiyorum deme şansınız yok çünkü bu ürünler birçok hazır gıdanın içinde yer alıyor. Sucuk, salam, sosis gibi kırmızı etin kullanıldığı ürünler, fındık-fıstık ezmesi, çikolatalı ürünler, hazır çorbalar, kola ve meyve suları, enerji içecekleri, mısır yağı, unlu mamuller ve süttozunda bulunuyor. Ayrıca GDO’lu mısırlardan elde edilen mısır şekeri, mısır şurubu gibi katkı maddeleri de pek çok gıda ürününde kullanılıyor. Aldığınız ürünün ambalajını incelediğinizde soya lesitini, glikoz şurubu, fruktoz, soya yağı veya nişasta bazlı şeker yazdığını görürseniz, içinde büyük ihtimalle GDO’lu ürün kullanılmaktadır.
GDO’lu yemlerin ithalatı ise serbest. Bu yemlerle beslenen kümes ve çiftlik hayvanlarının eti ve bu hayvanlardan elde edilen, süt, peynir, yoğurt, yumurta gibi hayvansal gıdalarda da GDO kalıntıları olabilir. Bir üniversite tarafından yapılan araştırmada ülkemizde tavuk yemlerinin %98’inde GDO’lu soya kullanıldığı görüldü.
İthalatına izin verilen mısır, soya gibi gıdalar yetiştirilirken içeriğinde kanserojen kimyasallar bulunan tarla zehirleri kullanılıyor. Bu tarımsal zehir, tarladaki istenmeyen otları ve canlıları öldürürken doğal olarak ürünlere de bulaşıyor. Son dönemde en çok konuşulan kimyasalın Glifosat isimli tarım zehirinin kanserojen olduğu 2016 yılında ispatlandı. Artık insanların vücut sıvılarında idrarında Glifosat kalıntısına rastlanıyor.
GDO’lu ürünler nerede yetiştiriliyor?
1996'da 6 ülkede 1.7 milyon hektarlık bir alanda başlayan GDO'lu tarım, günümüzde 30 ülkede 125 milyon hektarlık alanda yapılıyor. Amerika, Arjantin, Brezilya ve Kanada gibi ülkeler yoğun olarak GDO’lu ürün üretiyor. Amerika %40 pazar payı ile bu alanda başı çekiyor. Ülkemizde üretim yasak ancak ithalat serbest.
GDO’dan Kaçmak mümkün mü?
Sonuç olarak Robinson gibi adada tek başımıza yaşamıyorsak, GDO’dan kaçmamız mümkün değil. Hadi bakalım ayıkla şimdi GDO’nun taşını…
Paylaş:
SON YAZILAR
Krizlerde Çalışanların İşten Çıkarılmasındaki Öncelikler
07 Kasım 2024
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun
29 Ekim 2024
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!