Aydınlatma Tasarımı Üzerine Düşünmek
Aydınlatma Tasarımı Üzerine Düşünmek
Emre Güneş
Aydınlatma sektörü olarak kötü bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Maalesef hem olması gerektiği kadar önemsenmiyoruz hem de tüm paydaşlarımız tarafından inşaat sürecinin en sonunda akla geliyoruz. Bütçenin ve zamanın tükendiği, binanın şekillenip birçok detayın netleştirildiği anda “burayı bir de aydınlatmamız gerekiyordu” cümlesi ortaya dökülüyor. Hal böyle olunca da, maalesef acil ve önemsiz aydınlatma çözümü -baştan planlansa olmayacak kadar- pahalı ve gelişigüzel gerçekleşiyor. Sıklıkla da yeni mekânın detayları düşünülmeden daha önce tekrarlanmış çözümlere gidiliyor.
İstanbul özelinde (ancak genel olarak Türkiye’de de olduğunu düşünüyorum) tarihi bina cephelerinin neredeyse %75’inde “amber” ve “beyaz” renkleri beraber kullanılıyor. Birbirinin kopyası gibi duran bu projeler ile her geçen gün başka bir binada karşılaşıyoruz. Hepsinin ortak özelliği de LED ışık kaynaklarının tercih edilmiş olması. Bana daha çok Hint kültürünü hatırlatan ve açıkçası hiç beğenmediğim bu yaklaşımın nereden geldiğini ise bir süredir merak ediyordum. Aklıma şöyle sorular geliyordu: Acaba literatürde böyle bir tanımlama mı var? Bu renk tercihinin en doğru yaklaşım olduğuna dair genel bir kanı mı oluştu? Bu tercih, teknik olarak hakim olmadığım bir sebepten mi?
Sektör profesyoneli bir dosttan gelen ve benimle ortak rahatsızlığını paylaşan bir mesaj dolayısıyla konuya biraz daha detaylı bakmaya karar verdim. Başka sektör profesyonelleri ile yaptığım konuşmalar ve literatür taraması sonrası çıkardığım sonuç şudur: LED aydınlatma öncesi, özellikle enerji verimli olmaları ve tarihi dokunun gündüz görünümünü ortaya çıkarmada başarılı oldukları düşünüldüğünden cephelerde genel olarak sodyum buharlı lambalar kullanılmış. Diğer yandan pencere, kiriş gibi detayları ayrıştırabilmek ve derinlik vermek için de metal halide lambalar tercih edilmiş. LED’e geçiş ile beraber de, sodyum buharlı lambaların rengi yerini ambere, metal halide ise 3000K ve 4000K renk sıcaklığındaki beyaza bırakmış. Bir kere “tutan” bu çözüm de her binaya uygulanmış.
Açıkçası illa detayların ortaya çıkarılması için bu kadar büyük bir renk ayrımına gidilmek zorunda olunduğunu düşünmüyorum. Aynı renk sıcaklığında kalıp, farklı ışık seviyeleri ile de yapılabilir. Ya da tasarım yaklaşımı ile de bu fark sağlanabilir. Tabii ki her eser veya mekân kendi bağlamı, malzeme detayı ve geçmişi gibi birçok farklı öge ile değerlendirilmeli. O yüzden tek bir “yanlış veya doğru” tanımlayarak eleştirdiğim hataya düşmeyeceğim ama temelde farklı çözümler olabileceğini söylüyorum.
Hepimiz modern hayatın bize sunduğu dar zamanlarda hızlı ve basit çözümler, hazır formüller arıyoruz. “Evi en iyi nasıl aydınlatabilirim?” “Banyo aydınlatmasında en doğru çözüm nedir?” gibi sorulara uzun zamandır verdiğim tek bir cevap var: “Üzerine düşünseniz yeter.” Sanırım aydınlatma sektörü olarak bizim de şapkamızı önümüze koyup “aydınlatma tasarımı” üzerine düşünmeye ihtiyacımız var. Sadece tarihi binaların cephelerinde değil, imza attığımız tüm mekânlarda… Çünkü biz önemsemezsek kimsenin de önemsemesini bekleyemeyiz.
Bir sonraki yazımıza kadar ışıkla kalın…
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!